Afrin operasyonu çözümsüzlük sürecinin nereye gideceği belli olmayan sonuçlarından bir tanesi. Harekâtın başında sert sosyal medya tedbirleriyle eleştiri istenmediği beyan edildi. Sahada devam eden bir çatışma var, eleştiri sert tedbirlerle önlenebiliyor ancak sınırın ötesindeki çatışmadan üretilecek kara bulutlar önlenebiliyorsa da sınırın içinde Kürt illerinde önemli bir tedirginlik, hayal kırıklığı ve karamsarlık var.
Harekât konusunda Kürtler arasında eski sözler daha çok sarf edilmeye başlandı. Barış dışında bir çözümün çok anlamlı olamayacağı bu aralar daha sık tekrarlanan bir eski replik.
Dicle Üniversitesi’nden KHK ile ihraç edilmesine rağmen Diyarbakır'da yaşamayı tercih eden Trabzonlu sosyolog Dr. Mehmet Yanmış ile konuşuyorum. Önemli tespitleri var. Kürt meselesi hakkında 2 kitabı (Çözümden Çatışmaya Kürt Meselesi: 2012-2016 ve Yakın Dönemde Kürtler: Kimlik, Din, Gelenek. Grifon Yay. 2016) ve birçok makalesi olan Yanmış sosyolojik gözlem ve analizlerini sahada titizlikle devam ettiriyor.
Hendek, barikat olaylarından sonra sahada çeşitli kriterlere göre yaptığı analizleriyle toplumun eleştirilerini dinleyen ve bunları kitaplaştıran Yanmış, Afrin operasyonu sonrası önemli bir tespit yapıyor, "Hendek, barikat operasyonları devam ederken Kürtlerin devlete ve PKK’ye yoğun eleştirilerini not etmiştim ama Afrin operasyonu sonrası müthiş bir sessizlik var. Meclislerde Afrin operasyonunu onaylayan bir sesi duymak neredeyse mümkün değil" diyor. Hakikaten bölgede OHAL koşullarından dolayı hakim olan sessizlik, operasyonu destekleyen bir sessizlik değil.
Yanmış, sahada her kesimden insanla devam ettirdiği diyaloğundan önemli sonuçlar çıkarıyor. "Doğu-Güneydoğu'da taşlı sopalı eylem yoksa her şey yolunda mı zannediliyor? Bu büyük bir hata. Kürt toplumu çok gergin. Sadece Barzani, PKK hayal kırıklığı değil bu. Dün Amed’de kıdemli ve tanınmış bir AK Partili büyüğümü ziyaret ettim. Ülkenin ve partisinin bu hale nasıl geldiğini anlamakta zorluk çekiyor. Afrin operasyonu ve Kuzey Irak Kürt referandumu hakkında harika bir ifadesi oldu;
‘Türkler, Kürtlerin cehennemden bile olsa ufak bir köşede kendilerine özerk bir yer tuttuğunu görse cennetten oraya gelip müdahale eder!”
Yanmış, operasyon sonrası AK Parti'nin ne oranda oy kaybedebileceği üzerine yapılan tahminleri çok önemli bulmuyor. Kürtler arasında operasyona %70-80’lere varan olumsuz bakışın oy oranlarından ziyade kopuş metaforuyla değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyor. Yukarıda andığı ifadesine rağmen partiye desteğini sürdüren AK Partili Kürtlerin biriken ve istikbale yansıyan tepkilerinin daha önemli sonuçları olacağını söylüyor. AK Parti veya HDP’nin oy oranlarından çok asıl hesap edilmesi gerekenin Türklerle birlikte yaşama umudunu kesen Kürtlerin sayısının artmasıdır. Koruculuk ve devletle olan işlerinden dolayı Ak Parti'den kopamayacak Kürtlerin uzun vadede ruhen kopuşunu hesap edemeyen yöneticilerin büyük bir hata yaptığını düşünüyor. Partisinden kopamamanın HDP için de bir vaka olduğunu düşünüyor. Hendek, barikatlardan dolayı yoğun bir şekilde HDP'yi eleştiren Kürtlerin çözümsüz ortamda tercihini yine HDP’den yana yapacağını düşünüyor.
"Bugünlerde en çok merak ettiğim şey, Türkiye'nin 'kendi Kürtlerini' kazanmak için hangi operasyonu yapacağı! Asıl mesele içeride" tespiti de Dr. Yanmış’a ait.
Araştırma kuruluşlarının sonuçları da bu gözlemleri doğruluyor. Kadir Has Üniversitesi’nin son araştırmasına göre, hükümetin Suriye konusunda izlediği politikayı başarılı bulanlardaki artış eğilimi devam ediyor. Ancak Kürt ağırlıklı HDP seçmeninde bu destek sadece yüzde 8,4 olarak gözlemleniyor.
SAMER’in araştırmasına göre de, Diyarbakırlıların yüzde 83.2’si operasyonu desteklemediğini söylüyor. Harekatı destekleyenlerin oranı ise, yüzde 6.9 olarak gözüküyor. 25-26 Ocak tarihinde kentin değişik semt, mahalle ve sokaklarında 203 kişiyle yapılan “lokal anket” ile katılımcılara “Türkiye’nin Afrin Harekatını destekliyor musunuz?” sorusu yöneltilmiş, sonuçlar böyle.
SAMER Koordinatörü Yüksel Genç, hükümetin “Kürtler operasyonu destekliyor”, “Operasyon Kürtlere karşı değil” söyleminin doğruyu yansıtmadığı görüşünde. Aksine Kürtlerin operasyonun kendilerine yönelik olarak yapıldığını düşündüğünü belirtiyor.
“AKP’ye oy veren Kürtlerin de operasyona kaygıyla baktığını, bölge halkının, harekatı Kürtlerin kazanımlara yönelik bir girişim olarak tarif ettiklerini” söyleyen Genç, Afrin’e başlatılan harekatın, 2015’te Sur, Cizre gibi Kürtlerin ağırlıklı yaşadığı kentlerde sokağa çıkma yasağı uygulamalarıyla paralellik kurulduğu görüşüne yol açtığını ifade ediyor ve Kürtlerin varlıklarıyla ilgili bir tehdit algısı içinde olduklarını şöyle aktarıyor:
“Kürtler hiçbir biçimde savaş istemiyor ve bununla ilgili sürecin nasıl durdurulacağı konusunda doğrusu kafaları karışmış durumda. Çünkü Türkiye’nin Rojava’ya hattına yönelimlerinin kendisini de çok yönlü olarak da değerlendiriyorlar ve olan yine bize oluyor duygusu hakim sahada.”
Doğu’da böyle ama Batı’da durum farklı, operasyonu eleştiren en ufak sesi bile şeytanlaştırmaya çalışan Türk dindarlar başka bir dünyada. Onlar da bu denli açık bir 'terör yok etme' operasyonuna getirilen eleştirileri anlamaktan çok uzak durumdalar. Operasyona eleştiri getirmenin hiç olmadığı kadar kötü olduğunu düşünüyorlar. Hükümete din-milliyetçilik argümanıyla güçlendirilmiş yoğun bir destek veriyorlar. Hatta Kürt meselesinin tartışılmaya başlandığından itibaren en yoğun desteği veriyorlar. Anketler Karadeniz ve iç Anadolu'da bu desteğin % 85 olduğunu bildiriyor. PKK'yı desteklemese bile operasyonu yanlış bulan Kürtleri anlamaktan çok uzaktalar. Hakikaten PKK'yı desteklemese de Kürtlerin çogu bir şekilde hakim olunan yere müdahaleyi, kazanım kaybı gibi görülüyor. "Sonuçta cihat yok, karşıdaki siviller de Müslüman" diyenler çok. Bu gidişle Kürtler ve Türkler arasındaki bakış açısı ve diğerini anlama yarığı daha da derinleşecektir.
Alpaslan Kuytul'un Afrin operasyonu hakkında hükümet eleştirileri sonrası gözaltına alınması hükümet destekçisi medya ile vakıf arasında bir mücadeleyi başlattı. Bu mücadele esnasında AK Partili, dindar ve muhafazakârların tavır ve sözleri bana başörtüsü mücadelesi verdiğim sırada yasakçılardan duyduğum sözleri hatırlattı. Sanki roller değişmişti. Dünün mazlum başörtülüleri bugünün muktedirleri yine sakallı ve başörtülü itilen, kakılan vakıf üyelerini "fitne, fesatçı, dış güçlerin piyonu" olarak itham ediyor ve son derece aşağılayıcı, alaycı bir dil kullanıyorlardı. Bu, benim için çok üzücü, kırıcı bir anımsama ve tokat gibi çarpan gerçekti. Asıl mesele güçlünün fütursuzluğuydu.
'FETÖ' bahanesiyle her türlü hukuksuzluğu meşrulaştıranlar bu kez, başka gerekçelerle oklarını Furkan Vakfı’na çevirmişlerdi. Demek ana mesele muhalefet istememekmiş. Gerçi bunları yıllardır duymaya alışkınız ama ağır bir baskıya maruz kalmış bir gruba yönelik bu dil, hükümranlığı ele geçiren kim olursa huyunun hiç değişmeyeceğini gösteriyor. Demek esas konu, mazlum olmak değil, gücü ele geçirince zulmetmemekmiş. Gücü eline geçirince eski kader arkadaşını bile ezip geçen, dini argümanlarla yaptığına fetvalar bulan eski mazlum, artık yeni günün vicdansız muktediridir.
"Bu coğrafyada, İslamcılığın Kemalizm ile kardeş olduğunu, Rabia işaretinin ‘tek bayrak, tek dil, tek vatan, tek millet’ olduğunu, kızıl elmanın Amasya & Isparta elması gibi bir şey olduğunu 38 yaşımda öğrendim." diyen sosyolog Mehmet Yanmış da bunu doğruluyor, aynı hayal kırıklığını yaşıyor. Ona göre özellikle muhafazakar Kürtler yıllarca aynı STK’lar altında Kemalizm’e karşı birlikte mücadele ettikleri dindar Türk kardeşlerinin bu derece milliyetçi cepheye kaymalarının derin hüznünü yaşıyor.
Sadece bu konuda değil, farklı pek çok konuda dindarlara hatalarını söylüyorum, özeleştiri yapacaklarına beni düşman ilan ediyorlar, ilacına kurşun sıkan hasta gibi. Kaybolan kardeşliğimiz ve umudumuz olmasa ben de demokrasiyi istememiş, hak etmemiş toplulukları ancak diktatörlüğün paklıyacağını, dert etmemem gerektiğini geri dönüşümsüz bir umutsuzlukla söyleyen Batmanlı esnaf gibi her şeyi bırakacağım. Ancak etkileme kabiliyetimiz olana denizde bir damla misali olsa da hatırlatmaya devam edeceğiz.