Tayyip Erdoğan'ın tehcir ve ardından gelişen soykırıma karşı yaptığı açıklama geçen hafta çok tartışıldı. Açıklamanın sahici olup olmadığı üzerinde çok duruldu. Erdoğan'ın açıklamalarını olumlu bir adım olarak görmekle beraber izlemek istediği otoriter politikalara bakınca yeni adımlar atılmasının çok kolay olmadığını anlıyoruz.
Bugün 1 Mayıs, yıllardır olduğu gibi hükümet ve sendikalar arasında yine Taksim zıtlaşması var. 2 sene önce Taksim'de kutlanmasına izin verilen 1 Mayıs'ın geçen sene olduğu gibi bu sene de yasaklanması gereksiz yere gerginliğin artışı, şiddet olayları, can ve mal kaybıyla sonuçlanacak.
Ermeni meselesinde yapılan taziye açıklaması olumlu bir adımdı. Hükümet hangi adımı atar veya atmaz tam olarak bilemiyoruz ama bilmemiz gereken önemli bir nokta varsa o da sivil toplumun sorumluluğu üzerine alması gerektiğidir. Öyle veya böyle bir adımın atıldığı ortamda adımların devamlılığını sadece siyasetçilerin insafına bırakmak affedilecek bir durum değildir.
Devletin bir adımı bile olumlu bir empati ortamı oluşturmuşsa gönül diliyle konuşan sivil toplum bunu çok daha iyi başarabilir. Konuda daha ileri bir noktaya ulaşsa bile sol düşüncenin kendi içinde tutarlı bir söylem geliştiremediği, islami kesimlerin ise bir ikisi dışında milliyetçi bir çizgide olduğu sivil toplum yapısında gökten bir mucize gibi inen hükümet elinin değmesiyle sorunun halledilebileceği düşünülmemelidir.
Sivil toplum devleti harekete geçirici somut yapılar oluşturmalıdır. Kürt sorununda bu az çok başarıldı ancak Ermenilerin az sayıda olmasından dolayı güçlü bir baskı gücü oluşturulamadı.
Kendisine karşı başarılı bir kalkışma olacağı vehmiyle dolu olan bir iktidardan demokratikleşme adımları beklemeniz çok zordur. İktidar demokratikleşme adımlarını kendisini koruyacak biçimde atar.
Hayatında Ermeni bile görmemiş ama onların hakkında duyduğu hep olumsuz kelimeler olan bir gençten hakkaniyetli destekler beklemeniz zordur. İki toplum arasında uçurum derecesinde fark vardır. Ermeni toplumu soykırım bilinçaltıyla doğmuş ve büyümüş Türkiye toplumu da Ermeni kelimesini küfür kelimesi olarak kullanacak kadar bir duruma gelmiştir. Kürt meselesinden çok daha zor çözülebilecek ama kadim halkların tekrar birbirine dokunmasıyla iyileşme yoluna girebilecek bir sorunla karşı karşıyayız. Aslında farklı kimliklerin kabullenildiği uzun yılların hafızası bir avantajdır, bunu geliştirmek gerekir.
Anadolu'da her geçen gün azalan sözlü hatıra geleneğinde fertlerin çevresine gizlice duyurduğu eski hatıralardaki üzücü vicdani arka plan her iki toplumun ilacı olabilir. Yaşanan kötülüklerin itiraf edilmesi itirafçıya ve itiraf edilene iyi gelir. Sözlü gelenekteki vicdan sızlatan acı hatıraların yazılı ve sözlü kayda geçirilmesini biran evvel duyarlı STK'lar üstlenmelidir.
Hrant yaşasaydı bugün Erdoğan'ın attığı adımı en iyi değerlendiren o olurdu. Bu toprakların milliyetçilik virüsünden temizlenmesinde çok önemli bir rol oynardı. Bugün o yok ama yapılacaklar yapılamaz değil. Devletin samimi veya değil atmak zorunda kaldığı adımı, her iki toplumun akillerinin öncülük ettiği bir anlayış çok daha iyi bir noktaya taşıyabilir.
Sonuçta yaşanan acı hatıralardan sonra devletin bulduğu çözümün ne kadar yanlış olduğu üzerinde uzlaşabiliriz. Yaşananları halkların birbirinden "öc alması" gibi görmekten çok tepeden inmeci, emrivakici devlet yapılanmasının yargılanması olarak görmek devlet toplum ilişkilerinin daha iyi anlaşıldığı bugünlerde daha sağlıklı bir çizgi oluşturabilir.
1 Mayıs'ta olabilecek olayların bu toprakların küllenen ve ara sıra kıvılcımlanan barış ve kardeşliğine zarar vermemesini diliyorum.