Medya Ombudsmanı

28 Ekim 2024

Soramadıkları gibi savunamadılar da

Ne yazık ki, saldırıdaki güvenlik sorunlarını sorgulayamayan kimi gazeteciler de o görüntüleri kimin sızdırdığının peşine düştü. Bir gazetecinin, meslektaşlarının o görüntüleri nasıl elde ettiğinin, yani haber kaynağının araştırılmasını istemesi büyük hata. Erdoğan’a soru soramamak gibi, bu da gazeteciliğe olduğu kadar, okur ve izleyiciye de saygısızlık

Ne kadar acı! Kendinize “gazeteci” diyeceksiniz ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uçağında olmanıza rağmen bütün ülkenin merak ettiği soruyu ona soramayacaksınız.

“Erdoğan’a soru soramadılar” diye haber sitelerinde, gazetelerde haber olacaksınız, cevap bile veremeyeceksiniz. Sosyal medyada sizinle dalga geçilecek ağzınızı açamayacaksınız. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Uçakta gazeteci yokmuş sormamışlar” diyecek yine susacaksınız.

Tataristan’dan dönerken uçakta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile konuşan iktidar yanlısı seçilmiş gazetecilerin hali buydu. Ne gazetecilik yapabildiler ne de kendilerine söylenen onca sözü, onca eleştiriyi yanıtlayabildiler. Kendilerini savunamadılar bile.

O uçaktakilerden bir tek Türkiye yazarı Yücel Koç, “Erdoğan bu soruya muhatap olmaktan kaçındı” diye yazarak durumu dolaylı bir dille açıkladı kendince. Ama “Kaçındı” dediği, Erdoğan ile sohbet öncesinde “Bu konuya girmeyin” denilmesi, gazetecilerin de talimata aynen uymasıydı. Aslında Koç da bu gazetecilik ayıbını açıkça anlatmaktan kaçınıyordu.

Üstelik uçakta soramadıkları sadece iktidar ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a yönelik çağrısı değildi. PKK’nın sivil insanları canice öldürdüğü TUSAŞ saldırısındaki güvenlik açığını ve istihbarat zafiyetini de soramadılar.

Karşısına çıkabilen gazeteciler işlevini yerine getiremeyince Erdoğan da üste çıktı; EXPO Fuarı’nda “Medyamız bu hadiselerde kötü bir sınav veriyor. Sorumsuz yayınların kabul edilebilir hiçbir yanı yok” diyerek medyayı suçlayabildi.  

İyi de medya saldırı anı görüntülerini yayımlamayıp ne yapacaktı? Teröristlerin masum sivilleri vurduğu ilk ana ilişkin görüntüler travmatikti, şiddet pornografisi içeriyordu; bu doğru. Ama ondan sonraki görüntülerin yayımlanması gazetecilikti; şiddet propagandası da değildi.

Ne yazık ki, saldırıdaki güvenlik sorunlarını sorgulayamayan kimi gazeteciler de o görüntüleri kimin sızdırdığının peşine düştü. Bir gazetecinin, meslektaşlarının o görüntüleri nasıl elde ettiğinin, yani haber kaynağının araştırılmasını istemesi büyük hata. Erdoğan’a soru soramamak gibi, bu da gazeteciliğe olduğu kadar, okur ve izleyiciye de saygısızlık.

Gazetecilik mesleğinden uzaklaştılar iyiden iyiye… Üzücü olan bazılarının teslimiyeti içselleştirmesi, o uçağa alınmayı ödüllendirme olarak görmesi.… İktidar, medya patronlarını kontrol altına alınca olacağı buydu…

Mudanya’ya da gidemediler

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’deki çağrısından sonra merak edilen sorulardan biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tavrı ise, öbürü de Abdullah Öcalan’ın yanıtıydı.

Aynı akşam Hürriyet Ankara Temsilcisi Hande Fırat, bu sorunun yanıtının öğrenilmesini sağlayacak bir gelişmeyi sosyal medyadan duyurdu. DEM Milletvekili Ömer Öcalan’a İmralı ziyareti için izin verildiğini yazdı, “Yakın bir tarihte bekleniyor” diye de ekledi.

Hande Fırat’ın bu paylaşımı internette, haber televizyonlarında, ertesi gün de gazetelerde haber oldu ama 23 Ekim günü gazeteciler, Mudanya sahillerinden ses ve görüntü vermedi. Sadece o akşam geç vakitlerde Altan Sancar, Sözcü TV yayınında “Öğrendiğim kadarıyla bugün görüşmenin gerçekleştiğine dair güçlü bir ihtimal var” bilgisini paylaştı.

Nitekim Abdülkadir Selvi, 24 Ekim’de Hürriyet’te Ömer Öcalan’ın İmralı’ya gidip, amcası Abdullah Öcalan ile görüştüğünü yazdı. Ömer Öcalan da paylaşımıyla görüşmeyi doğruladı.

Maalesef bu süreç, medyanın böyle bir gelişmeye gereken önemi atfetmediğini ve masa başı gazeteciliğe çok alıştığını gösteriyor. Gazetecilik refleksi bu kadar körelmemiş olsaydı, Hande Fırat’ın o paylaşımından sonra 23 Ekim günü onlarca gazeteci Mudanya’daki iskeleye koşardı.

Düşünebiliyor musunuz, somut işaretler olmasına rağmen gazeteciler oraya yığılmıyor; saatler sonra Altan Sancar ve -tabii asıl olarak- Abdulkadir Selvi, atlatma haber yapıyor! Bu atlatma onların başarısı olduğu kadar iktidar yanlısıyla, muhalifiyle tüm medyanın başarısızlığı…

Ne garip ki, refleksler gerilerken televizyonlardaki yorumcu/gazetecilerin güveni eksilmiyor. Eminim Bahçeli’nin çağrısının ardından ekrana çıkan gazetecileri izlemeye çalışanların başı dönmüştür. Hepsi farklı telden çalıyor, hiçbirinin senaryosu öbürünü tutmuyordu.

Gazeteci, şüpheci olur. Hele böyle somut veriler olmayan, muhataplarının net açıklamalar yapmadığı bir konuda kesin ifadelerle konuşmaz; kişisel yorumunu analiz ve bilgi diye sunmaz.

Engellemeler ve yasaklar hukuksuz

Futbol Federasyonu’nun bile erişim engellemesi kararı alabildiği bir ülkeyiz. Federasyon, 2021’de çıkarılan bir yasayla verilen “futbol müsabakalarına ilişkin yayınları internet ortamında yasadışı yayımlayan” siteleri engelleme yetkisini geçen hafta ilk kez kullandı; Google’a ait ücretsiz blog platformu Blogger'ı erişime kapattı.

Futbol Federasyonu’nun kararı, yasaya uygun olabilir ama hukuksuz. “AYM tescilli kamu gözcüsü” Yaman Akdeniz’in vurguladığı gibi, yargı kararına, yargıç onayına dayanmıyor.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya da aralarında Can Dündar, Ekrem Dumanlı ve M. Ali Birand’ın eşi Cemre Birand gibi isimlerin de olduğu 177 kişisel hesabın, Fetullah Gülen’in ölümüyle ilgili başsağlığı paylaşımlarında terör propagandası yaptıkları gerekçesiyle engellendiğini açıkladı.

177 hesabın engellenmesi hukuksuz ve yasadışı. Zira Anayasa Mahkemesi, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne “sanal devriye” uygulaması yetkisi veren yasa hükmünü, 2021’de iptal etmişti.

PKK’nın TUSAŞ’a yönelik terör saldırısı sonrasında BTK’nın sosyal medyaya bant daraltması ve RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’in “yayın yasağı” açıklaması da hukuksuzdu. BTK, haberleşme özgürlüğünü sınırlamış oldu. Şahin’in de yasağın kapsamının anlaşılabilmesi için mahkeme kararının metnini de açıklaması gerekirdi ama onun açıklamasında bırakın metni, mahkemenin adı bile yoktu! Öyle olunca da çoğu kanal dinlemedi o yasağı ve tehdidi…Sonuç olarak, sorunları çözmek yerine yargı kararına bile dayanmayan yasaklamalar ve engellemelerle üzerini örtmeyi yeğleyen bir iktidar anlayışıyla karşı karşıyayız…

Mourinho'nun İstanbul günlüğü

Fenerbahçe’nin teknik direktörü Jose Mourinho’nun İstanbul’da bir evde değil, boğaz manzaralı bir otelde kaldığını, bizim futbol medyasından değil, İngiliz medyasından öğrendik.

Daily Mail, Mourinho’nun kaldığı odanın geceliğinin 44 bin lira olduğundan, akşamları tavuk çorbası, öğleleri döner tercih ettiğine kadar İstanbul yaşamının tüm ayrıntılarını yazdı. Bizim futbol medyası da oradan alıntıladı. Fotomaç, Fanatik, Goal, Spor Arena’nın yanı sıra Sabah, Sözcü, Y. Asır, Y. Çağ, Y. Şafak’ın da aralarında bulunduğu onlarca yerde yayımlandı bu haber.

En çok dikkatimi çeken, Yeni Asır’ın “Jose’nin lüksü İngilizler’i şaşırttı” başlığıydı. Bence İngilizlerin şaşırması söz konusu olamaz. Zira İngilizler, Mourinho’nun otel sevgisini Manchester United’ı çalıştırdığı günlerden biliyor. The Guardian, 2018’de ünlü teknik direktörün 895 gün boyunca lüks bir otelde kaldığını ve takıma 537 bin sterlinlik fatura çıktığını yazmıştı.

Asıl garip olan, bizim medyanın şaşırmıyor olması ve Mourinho’nun İstanbul’daki yaşamını İngiliz medyasından alıntılaması, hatta o otelde bir kez Ali Koç ile birlikte görüntülenmesine rağmen peşine düşmemesi! Mourinho gibi bir spor insanının otelde kalmasını ve İstanbul’daki yaşamını bizim futbol medyasının da mercek altına alması gerekirdi.

Anlaşılan bizim futbol medyası statların, maçların ve transferlerin dışına pek çıkamıyor; magazincilerimiz de mekanları sürekli dolaşmıyor, futbol ünlüleriyle de ilgilenmiyor.

Kadın cinayetleri ve “seküler şehirler”?

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nden Prof. Dr. Burak Gönültaş’ın yazısı, Türkiye gazetesinin ilk sayfasında “Kadın cinayetlerinde ‘seküler iller’ zirvede” başlığıyla anons edilmişti. Yazıda, kadın cinayetlerinin “geleneksel yapı” ile ilişkilendirilmesine karşı çıkılıyordu:

“Ülkemizde meydana gelen vakaların yoğunlaştığı şehirlere baktığımızda geleneksel toplum yapısından daha çok seküler toplum yapısına sahip oldukları görülür. Ölümle neticelenen kadın cinayetlerinin en fazla meydana geldiği şehirler İstanbul, İzmir, Aydın, Muğla ve Antalya’dır.”

Her ne kadar Prof. Dr. Gönültaş, yazısında 2020 istatistiklerine dayanarak yazmışsa da 2023 verilerinde de kadın cinayetlerinin en fazla İstanbul (49), Ankara (22), İzmir (27), Adana (18), Antalya (16), Manisa (13) gibi kentlerde olduğu doğru.

Fakat Gönültaş, bu kentlerin Türkiye’de nüfusun en yoğun olduğu yerler olduğuna hiç değinmiyor. Daha önemlisi, bu kentleri neye dayanarak “seküler” ilan ettiğini ve “geleneksel” dediği kentlerin hangileri olduğunu açıklamıyor. Kadın cinayetlerinin bölgelere göre dağılımı da kentleri, “seküler” ve “geleneksel” diye ikiye ayırmak için veri sağlamıyor. Örneğin Çanakkale ve Sinop’ta geçen yıl kadın cinayeti yoktu ama Konya ve Şanlıurfa’da vardı.

Bilimsellik iddiasındaki bir yazıda net tanımlar yapılmalı, verilere karşı objektif olunmalıydı.

Tek cümleyle:

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com

Faruk Bildirici kimdir?

Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı.

Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı.

Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı.

31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı.

TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı.

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi.

19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. 

Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor.

Yayımlanan kitapları:

Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021)