BBC’nin Orta Doğu Büro Şefi Jeremy Bowen da Ukrayna’daki savaşı izleyen gazetecilerden. Twitter’da “Ukraynalı gönüllü savaşçılar” için hazırlanan bir görseli paylaştı. Molotof kokteylinin Rusya tankları ve zırhlı araçlarının neresine atılırsa daha etkili olacağı, araç fotoğrafları üzerinde çizimlerle anlatılıyordu.
Zafer Arapkirli, KRT TV’deki programında Jeremy Bowen’in bu paylaşımını “utanç verici” olarak nitelendirdi. Son derece haklıydı. Savaşlarda gazeteciliğin temel ilkesi, tarafsızlıktır. Jeremy Bowen ise bu tavrıyla açıkça taraf tutuyor, savaşçıların molotof kokteylini daha öldürücü biçimde atmaları için hazırlanan broşürü yaymaya çalışıyordu.
Üstelik BBC gibi, İngiltere’nin Arjantin ile karşı karşıya geldiği “Falkland Savaşı”nda bile tarafsızlığını korumaya özen gösteren bir medya kuruluşunun deneyimli bir muhabirinin böyle taraf tutması Batı medyasının Ukrayna’da geldiği noktanın özeti gibi…
Habertürk’ten Nagehan Alçı da savaş alanında gazetecilik çizgisinden uzaklaşmanın başka bir örneği. Ukrayna’da eski Devlet Başkanı Petro Poroşenko ile konuşurken askeri mont giydi. Eleştirilince de “o sırada üşüdüğü için askeri montu giydiğini ama onunla dolaşmadığını” söyledi. “Gazeteci işgal karşısında tarafsız olamaz” diye de ekledi.
Nagehan Alçı’nın bu yaklaşımına hak vermek mümkün değil. Elbette gazeteci haksızlıklara karşı çıkar, insan yaşamını savunur; her zaman barıştan yana olur. Ama insanı ve barışı savunmanın yolu savaşta taraf tutmak değil, tam tersine saf tutmamaktan geçer. Gazeteci, “savaşın savaşmayan tarafı” olduğu takdirde insana ve barışa katkıda bulunabilir.
Zaten gazetecilerin, savaş alanında üzerinde “Press” yazılı kask ve yelek giymelerinin nedeni savaşan taraflardan kolayca ayırt edilebilmektir. Ama askeri üniforma giymek, eline silah almak, taraflardan birinin sembollerini üzerinde taşımak gazeteciyi “savaşan taraf” konumuna sokar.
Nagehan Alçı da -15 dakika için bile olsa- Ukraynalı sivil savaşçıların sarı bantlı montunu giyerek o savaşçılardan birinin kimliğine büründü. Üniformalı fotoğrafı yazısında yayımlayarak da kendisini indirgediği pozisyonu okur ve izleyicilerin yanı sıra tüm taraflara ilan etti.
Hatırlarsınız, Bosna’da da Türkiye gazetesi muhabiri Yusuf Sancak, tüfeği eline alıp poz vermiş, sonra da “Cephede bir Sırp vurdum” diye yazma ayıbını işlemişti. Buket Aydın da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye harekâtını izlerken askeri kamuflaj pantolon ile yayın yapmıştı.
Bu tür militanca davranışlar ve askeri sembollerle savaş alanında pozisyon almak, gazeteciyi silahlı güçlerin parçası haline getirir. Haberlerinin, söyleşilerinin nesnelliği ve güvenilirliği kalmaz. Daha önemlisi savaş alanındaki diğer gazetecilerin yaşamını da tehlikeye atar…
“Anadolu takımları hobiden ibaret”!
Her hafta olduğu gibi bu hafta da gazetelerin “futbol” sayfaları yine Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray haberleriyle doluydu. Bu haberlerin hemen tümü aynı bakış açısıyla yazılmıştı:
Beşiktaş-Başakşehir maçı: Güven var 3 puan yok (Akşam), 1 puana duacı (BirGün), Dolmabahçe’de gol resitali (Karar), Hesap ortada kaldı (Milliyet), Ne yapsa olmuyor (Sabah), İki ileri bir geri (Sözcü), Kartal sonunu getiremedi (Yeni Şafak)
Fenerbahçe-Trabzonspor: Fırtına’yı Fener dindirdi (Akşam), Yüksek gerilimden kazanan çıkmadı (BirGün), Lidere 10 kişiyle çelme (Cumhuriyet), Kadıköy direnişi (Hürriyet), Kadıköy’ün tılsımı (Milliyet), Direniş Kadıköy (Sözcü).
Konyaspor- Galatasaray: Aslan yine kayıp (Akşam /BirGün/Cumhuriyet) Seri Konya’da son buldu (Hürriyet), Aslan’a ligde Konya freni (Karar), Aslan bir var bir yok (Milliyet), Galatasaray Konya’da kayboldu (Sabah), Barcelona görmesin (Sözcü).
Trabzonspor açık ara şampiyonluğa koşarken bile varsa yoksa Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray. Haberlerde bu takımlar seviniyor, kazanıyor ya da kaybediyor. Sanki karşılarındaki takımlar bu karşılaşmanın figüranı. O takımların penceresinden bakılmıyor.
İnternetteki haber ve spor sitelerinde ise durum daha farklı. Dijital alemdeki futbol maçları haberlerinin başlıklarında Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş baskın durumda değil. Oralarda maçlardaki gelişmelere, daha çok da gollere odaklanılıyor; sonucun duyurulması öne çıkıyor.
Ama basılı gazetelerde varsa yoksa “Kartal”, “Sarı Kanaryalar” ve “Aslan”. Sadece maçlarla sınırlı kalmıyor, sürekli bu üç takımdaki gelişmeler, kulisler, tartışmalar gazete sayfalarını kaplıyor. Süper Lig’deki Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş dışındaki takımlardan çoğu zaman hiç söz edilmiyor bile. Sanırsınız o takımlar ligin figüranı. Nitekim Sözcü gazetesi spor yazarı Yasin Yıldırım’a göre “Anadolu takımları hobiden ibaret”, yani yok sayılabilir!
İşin garibi, futbol sayfalarının bu çarpık anlayışını yıkmaya kimseler de niyetlenmiyor. Oysa gazetecilik açısından nesnellikten uzak, adil olmayan bir habercilik anlayışı bu. Gerekçesi bu takımların taraftarlarının çok olması, haberlerinin daha çok ilgi görmesi mi?
Umarım gerekçe bu değildir. Böyle bir anlayış, diğer alanlarda anılamaz bile. Örneğin siyasi parti haberleri taraftar sayısına bakarak yazılamaz. Bir futbol sayfası yöneticisi de çıkıp bu tabuyu devirmeli artık. Hele ki, süper ligde büyük bir dönüşümün yaşandığı bu günlerde…
Katile mikrofon tutulursa
Sanatçı Bergen’in yaşamını anlatan filmin çekimi sırasında onun katili Halis Serbest’e mikrofon tutulmuş, o da “elini silah gibi objektife uzatarak” film ekibini tehdit etmişti:
“Belki ben değil ailem kalabalık, bir şey yaparlarsa ben mani olamam.”
Bu sözleri Kanal D’de Hakan Ural ve N. Tuğba Namlı’nın sunduğu magazin programında yayımlanınca film, polis koruması altında çekilebilmişti. Şimdi de filmin Kozan’da gösterimi engellendi ve Halis Serbest, aynı programda bir daha konuşturuldu.
Sinema dünyasından 10 STK’dan yapılan ortak açıklamada bir cinayet hükümlüsünün bu şekilde ekranlara çıkarılmasına tepki gösterildi. Medya “kadına karşı uygulanan şiddetin karşısında durmaya ve reyting uğruna cinayet failini ekranlara taşımaya son vermeye” çağrıldı.
Son derece haklı bir tepki. Öldürülen bir sanatçıyı magazin malzemesi olarak kullanmak, o kadının anısına saygısızlık. Katile mikrofon uzatıp cinayeti meşrulaştırmak, şiddeti haklı gösterip, özendirmek ise sorumlu yayıncılıkla bağdaşmaz.
O programları yayımlayanlar, Halis Serbest’in sözlerini gülümseyerek dinleyeceklerine bir an durup ne yaptıklarını düşünselerdi keşke…
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: okurtemsilcisi@t24.com.tr