Dedikodular, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in iki ay kadar önce Manisa’daki evinde merdivenden düşerek ayağının kırılmasının ardından başlamıştı.
Özel, söylentilerini yalanlamak için ayağının röntgen filmini yayınlayarak, açıklama yapmak zorunda kalmıştı. Röntgen filmi açıklanınca dedikoduların üzeri örtülmüş; yazar Abdurrahman Dilipak ve sosyal medya trolleri de “Ayağından vurulduğu” iddiasını daha fazla sürdürmemişti.
Meğer dedikodular bitmemiş, alttan alta daha da dallanıp budaklanmış. Antalya’da yerel bir haber sitesinin yazarı Ebru Küçükaydın, “Özgür Özel düğümü Şehzadeler’de mi çözüldü” başlıklı yazısında söylentileri birkaç adım daha öteye taşıdı; Özgür Özel’in, Manisa’nın Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay ile ilişkisi olduğunu öne sürdü.
Küçükaydın, ayrıntılı bir senaryo kaleme almıştı ama “kulağıma gelen iddialar” diyerek başladığı yazıya “iddiaya göre”, “iddia dahi olsa kulislerde konuşulması” ve “dedikodular” diye devam ediyordu. En ilginci de yazısını “İddiaların gerçek olduğuna inanmak istemiyorum” ve “Özel’in dedikoduları ortadan kaldırmak adına iddialara yanıt vererek, … kamuoyunu doğru bilgiyle bilgilendirmesini temenni ediyorum” cümleleriyle noktalıyordu.
Kulis dedikoduları ve iddialara dayanan ağır suçlamaları, -bekleneceği gibi- bir tek Yeni Akit ciddiye aldı; “Parayla getirdiler, uçkurla götürecekler” diye manşet yaptı. Ondan sonra haber siteleri ile sosyal medyaya da yayıldı söylentiler. Bazı “Youtuber gazeteciler” de atladı üstüne.
Yükselen dedikodu dalgasını durduran, Gülşah Durbay’ın görüntülü açıklaması oldu. Durbay’ın hastalığını anlatması ve iftiralara karşı suç duyurusunda bulunduğunu belirten son derece net sözleri etkili oldu. Her yanda Durbay’ın açıklaması haberleştirildi.
Önce iktidar medyası da Özel ve Durbay hakkındaki dedikoduya özenli bir dille yaklaştı. Ama bir gün sonra Y. Akit ve Y. Şafak başta olmak üzere hepsi “CHP’de kavga bel altına indi”, “Özgür Özel’e de Baykal operasyonu” ve “Özel operasyonuna İmamoğlu gölgesi” gibi başlıklarla girdi devreye…
“Gazetecilik görevi”nden dem vuran Ebru Küçükaydın’ın, doğrulanmış bilgilere dayanmadığını kabul etmesine rağmen dedikodu ve iddiaları kaleme alması çelişki.
Gazetecilik dedikoduculuk değil, gerçekleri aktarma mesleğidir. Gazeteci yazdığını kanıtlamakla yükümlüdür. Doğruluğuna emin olmadığınız duyumları “kulis bilgileri” ve “iddiaya göre” diye yazmak gazetecilik olamaz; “kulis” ve “bilgi” sözcükleri yan yana getirilemez. Gazeteci, kulisten duyduğu söylentiyi, iddiayı veri kabul eder. Araştırır, ilgililere sorar ve doğrulatabilirse o söylenti bilgiye dönüşür; o zaman gazetecilik ürününe yansıtılabilir.
Maalesef medyada “kulis bilgisi” ve “iddiaya göre” diye doğrulanmamış dedikoduları yazmak ve TV’lerde anlatmak moda oldu. Anlaşılan Ebru Küçükaydın da bu yaygın yanlışa dayanarak, ‘Ben dedikoduyu yazarım ilgililer yalanlasın’ rahatlığı içine girmiş ama böyle gazetecilik olmaz.
Ayrıca Ebru Küçükaydın, daha önce milletvekilliğine ve Parti Meclisi’ne aday olmuş bir CHP’li. Şimdi de CHP’den ihracı isteniyor yazısı nedeniyle.
Gazetecilik ile partililik birlikte yürütülünce parti içi hesaplar ve dedikodular ile gerçeklerin birbirine karışması kaçınılmaz. Hem gazeteci hem partili de olunmaz.
Milliyet, Abdi İpekçi’ye sahip çıkmadı
Basın tarihinin efsane isimlerinden Abdi İpekçi, 1979 yılında öldürüldüğünde Milliyet’in genel yayın müdürüydü. Onun ismine karşı yapılacak olumsuz bir girişime medya kuruluşlarının tümünün itiraz etmesi beklenir. Elbette öncelikle de Milliyet’indir.
Fakat Milliyet’in, “Abdi İpekçi Spor Salonu”nun yıkılarak yerine yapılan Basketbol Gelişim Merkezi’nin açılış töreniyle ilgili “İstanbul’un en güçlü adımı” başlıklı haberinde bırakın Abdi İpekçi’nin adının silinmesine tepki gösterilmesini, bu konuda en ufak bir bilgi bile yoktu.
Öldürüldüğü yıl temeli atılan salona onun adının verilmesi Abdi İpekçi’nin adının yaşatılması bakımından çok değerliydi. Adını o tesisten silerek, -Halktv.com.tr’nin başlığında olduğu gibi- “Abdi İpekçi’yi bir kez daha öldürdüler” Ve Milliyet de bunu sessizce kabullendi, yazık…
BBC’deki yanlışlık ve gazetecilik dersi
BBC sunucusu Laura Kuenssberg, başbakanlık anılarını bir kitapta toplayan Boris Johnson ile söyleşi yapacaktı. Fakat söyleşiye hazırlanırken yanlışlıkla notlarını Johnson’a da gönderdi.
Yanlışını sonradan fark eden Kuenssberg, “Dürüstlük en iyi politikadır” diyerek, söyleşiden bir gün önce X’ten paylaşımda bulunup durumu açıkladı; BBC yönetimiyle de görüşerek söyleşiyi iptal etti. Çünkü notları, söyleşi sırasında Johnson’a yönelteceği soruları da içeriyordu!
BBC’nin bu tavrı bizim televizyonlar için epeyce lüks. İktidar yanlısı televizyonlarda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bakanlarla yapılan söyleşilerde bırakın soruları önceden göndermeyi ne sorulup ne sorulmayacağını bile çoğunlukla onlar belirliyor. Maalesef çoğu meslektaşımız da soruların önceden verilmesini içselleştirmiş vaziyette.
BBC’deki talihsizlik sonrası alınan tavır, soruların konuk siyasetçiye önceden verilmesinin söyleşiyi gerçeklikten kopardığını ve gazetecilik faaliyeti olmaktan çıkardığını anımsatması bakımından değerli. Umarım bizim TV programcılarının vicdanına da seslenir bu olay.
Atılan gazetecinin imzasına sansür
Latif Sansür, yaygın medyada da tanınan, kentine sığmayan bir yerel muhabir. Aydın’da ikamet etse de bölgenin her yanından haberler çıkaran, ödüller alan bir gazeteci.
Geçen yılbaşına iki gün kala 11 meslektaşımızla birlikte Sözcü’deki işinden çıkarıldı. “Tasarruf” (!) giyotininin denk geldiği isimler arasındaydı Latif Sansür de. Malum, bu ülkede her gazetecinin başına gelebilen işler bunlar.
Atılmaktan çok Sözcü’nün arşivinden isminin ayıklanması üzdü onu. Ödüller aldığı, başka gazete ve sitelerin alıntıladığı haberleri Sözcü’nün arşivinde duruyor ama Latif Sansür imzası yok! Örneğin, “Depremde 1’i bebek 14 hasta yoğun bakımda ölüme terk edildi” haberinde imzası yok. Uğur Dündar’ın övgülere boğduğu “Zehir gemisi” haberinden de imzası çıkarılmış.
İmzasını arşivden çıkarmak bir gazeteciye yapılacak en büyük kötülük. Latif Sansür imzasının o haberlerde durmasında kim nasıl bir sakınca görmüş olabilir anlamak gerçekten zor. Umarım bir açıklaması vardır ya da bir yanlışlık olmuştur…
Ekranlardaki para sayma görüntüleri
Bir izleyici, televizyonlardaki ekonomi haberlerinde sürekli para sayma görüntüsü verilmesine takılmış, “Neden her ekonomi haberinde para sayma görüntüsü verilir” diye sordu. Sonra da kendisi ekledi, “Her fırsatta para görüntüsü yayını toplumsal psikolojimize çok zararlı.”
Bana e-posta gönderen bu izleyicinin haksız olduğunu kim söyleyebilir? Cumhurbaşkanı’nın ekonomi yönetimine atama kararında ya da tarım politikalarıyla ilgili bir gelişmede, enflasyon oranı açıklamalarında ve borsa haberlerinde bile sürekli para sayma makinesi ekrana geliyor. Görüntü ile haber uyuşmuyor çoğu zaman. Sanırım amaç, görüntü olsun ekran dolsun. O kadar.
Muzaffer Dinçer adlı izleyici de TV söyleşilerinde sunucu ve konuşmacıların isminin ekranın altına yazılmamasından muzdarip. İyi bir gözlemci olduğu anlaşılan Dinçer, tekrarlara da tepkili:
-TV haberleri çoğunlukla, işin kolayına kaçılarak hazırlanmaktadır. Örneğin, haftada bir tekrarlanan pazar fiyatları, hava durumunun günlük yaşama etkisi ya da internetten bulunan saçma videolar haber midir?
-2-3 gün önceki olaylar, tarih/zaman verilmeden tekrar tekrar ve yeni gibi sunulmaktadır. Ülke liderlerinin telefon görüşmelerinin önceki yüzyüze görüşme görüntüsüyle ekran getirilmesi doğru mudur?
-Haberlerde kadın veya çocuk cinayetlerinin tüm detayıyla sunulduğunu görmekteyiz.
-Sanat ve sanatçılarla ilgili haberlere çok az yer verilmektedir. Sanatçıların yalnızca özel hayatlarına ilişkin magazin haberleriyle gündeme getirilmeleri saygısızlık değil midir?
-Yoldan çevrilen insanlarla yapılan röportajlar (konuşanın adı soyadı hiçbir zaman sorulmuyor ve ekranda da belirtilmiyor) tüm kamuoyunu neden ilgilendirsin?
Tek cümleyle:
-İş insanı Cemal Kalyoncu’nun, Konya Karapınar’daki güneş enerjisi santralinde ağırlayıp sohbet ettiği 12 gazeteciden biri olan Sabah yazarı Okan Müderrisoğlu, övgü yağdırdığı Kalyoncu’nun Sabah’ın da sahibi yani kendisinin patronu olduğunu yazmadı.
-İktidar medyası, Devlet Bahçeli’nin MHP grubundaki konuşmasında gazetecileri tehdit ettiği ve hedef gösterdiği “Halk TV ve CHP, ayağınızı denk alın. 4 soytarı muhabir ile MHP'yi sorgulayamazsınız” sözlerini satır aralarına gizledi; Sabah ise hiç yayımlamadı.
-Cumhuriyet’in New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkındaki davayla ilgili “Soruşturma açılmalı” haberinde “Adams’ın ikinci Türkiye gezisini ayarlayan girişimci Türk” olarak anılan Arda Sayıner’in Hürriyet yazarı olduğu bilgisi eksikti.
-Adli Tıp raporu, kaza sonrasında Hürriyet’te “Tatiana’nın hatası sonu olmuş” ve Sözcü’de “Rus fenomenden ölümcül hata” başlıklarıyla yayımlanan haberleri yalanlarken, Sabah’ın “Tatiana’ya çarpan tam kusurlu çıktı” haberini doğruladı.
-Akşam, Sabah, Yeni Şafak gibi gazeteler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanlışını aynen aktararak, Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki yıl önce New York’ta Turken Foundation binasını değil Türkevi’ni protesto etmiş gibi gösterdi.
-“Bursa'yı yağmalayan rant çeteleriyle mücadele eden” gazeteci Yaman Kaya’ya silahlı saldırının sanıkları kanıt yetersizliği gerekçesiyle beraat etti ve saldırı faili meçhul kaldı.
-NTV muhabiri Özden Erkuş’un, Beyrut’ta Dahiye bölgesinden canlı yayın sırasında 200 kadar gazeteciyle birlikte ve Hizbullah’ın yetkililerinin kontrolünde gezdiklerini vurgulaması yerinde bir bilgilendirmeydi.
-Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın “beşinci kol faaliyeti yürüttüğü” ve “milli güvenlik sorunu haline geldiği” yolundaki yazısı, gazetecilik sınırının aşılması, savcı ve yargıç gibi davranılması anlamına geliyordu.
-Akşam’ın “Hollandalı çiftin estetik kabusu” haberinde suç duyurusunda bulunulan Bakırköy’deki tıp merkezinin adı ve suçlamalara yanıtı yoktu.
-ANKA ve İHA’nın, Çankaya Belediye Başkanı Hüseyin Can Güner’in nikah haberinde, nikahın belediye tesislerinde değil özel bir düğün salonunda yapıldığı bilgisi eksikti.
-Yeni Akit’in “TOGG’un kardeşi T10F yola çıktı” başlığı yanlıştı; T10F, TOGG’un “kardeşi” değil, yeni bir modeli sadece.
ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com
Faruk Bildirici kimdir?Faruk Bildirici Gaziantep'te doğdu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (BYYO) bitirdi. Gazeteciliğe, Haziran 1980'de Cumhuriyet'te başladı. 12 Eylül askeri döneminde sıkıyönetim ve eğitim muhabirliği, 1983 seçimlerinden sonra da Başbakanlık, siyasi parti ve parlamento muhabirliği yaptı. Bir süre Haber Müdürlüğü görevinde bulunduğu Cumhuriyet'ten, Nisan 1992'de ayrıldı. Sabah Gazetesi'nde beş ay süren parlamento muhabirliğinden sonra Ekim 1992'de Hürriyet'e geçti. Yaklaşık beş yıl Hürriyet Ankara Büro Şefi olarak görev yaptı. Bu dönemde yazı dizileri hazırladı; portre yazıları kaleme aldı. Araştırma kitapları yayımladı. Bir süre yine Hürriyet'te araştırmacı-yazar olarak çalıştıktan sonra Mart 2002'de Ankara Temsilci Yardımcılığı'na getirildi. 2002-2003 yıllarında Tempo dergisinde "Kırlangıç Yuvası" köşesinde yazdı. 31 Ağustos 2004- 14 Mart 2005 tarihleri arasında "Anlatsam Roman Olur" başlığıyla Hürriyet gazetesinde gerçek yaşam öyküleri kaleme aldı. Bu dizide kaleme alınan öykülerden hareketle hazırlanan aynı adlı televizyon programı Kanal D'de yayımlandı. TV8'de "Çuvaldız" (1999-2001), Cine-5'te "Üç artı Bir", Tv 8'de "Nerede kalmıştı?" (2009) adlı programlar yaptı. Hürriyet Pazar'da "Puzzle portreler" başlığıyla yayınlanan portre söyleşileri hazırladı. Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı'nda üç dönem "Araştırmacı gazetecilik", Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de iki dönem (2014-2015) "Parlamento muhabirliği", Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde de üç dönem (2016-2019) "Medyanın güncel sorunları" dersleri verdi. 19 Nisan 2010'dan Mart 2019 tarihine kadar Hürriyet gazetesinin Okur Temsilciliği (Ombudsman) görevini yürüttü. 3.5 ay kadar Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliği yaptı; Başkan Ebubekir Şahin'in birkaç yerden maaş almasına karşı çıkması üzerine AKP ve MHP kontenjanından gelen üyelerin oylarıyla RTÜK üyeliğine son verildi. Halen bağımsız "Medya Ombudsmanı" olarak, T24'ün yanı sıra bu misyonunu kabul eden ANKA, Gazete Duvar, Gazete Pencere, Gazete Kapı, Gerçek Gündem, BirGün, 12 Punto, Muhalif'te ve kendi web sitesinde medyadaki etik sorunlara dair yazılar kaleme alıyor. Yayımlanan kitapları: Gizli Kulaklar Ülkesi (Şubat 1998), Maskeli Leydi: Tekmili birden Tansu Çiller (Temmuz 1998), Üniforma Slogan Biber (Şubat 1999), Kuzum Bülent: Ecevit'e aileden mektuplar (Şubat 2000), Siluetini Sevdiğimin Türkiyesi (Temmuz 2000), Anıtkabir Racon Zambak (Nisan 2001), Hanedanın Son Prensi: Mesut Yılmaz ve ANAP'lı yıllar (Aralık 2002), Yemin Gecesi: Leyla Zana'nın yaşamöyküsü (Şubat 2008), Serkis bu toprakları sevmişti (Ekim 2008), Günahlarımızda yıkandık (2018) Medyanın ombudsmanı Saray’ın medyası (2021) |