Medya Ombudsmanı

30 Ekim 2023

Atatürk’ün o sözleri uydurma

Anlıyorum, Türkiye’nin Filistin’i sahiplenmesine gerekçe arayanlar Atatürk’ten dayanak bulmaya çalışıyor. Ama sarıldıkları sözler kurmaca. Üstelik zulmedilen Filistinlilere yardım için öyle 84 yıl öncesinden gerekçe aramaya gerek de yok.

“Filistin’e el sürülemez” cümlesi Sözcü’nün manşetindeydi. Hemen üzerinde de “Atatürk’e mal edilen bu sözler yeniden gündem oldu” deniliyordu.

Spotlarda ise Atatürk’e atfedilen bu sözlerin Hindistan’da çıkan The Bombay Chronicle gazetesinin 1937’deki bir haberinde yayımlandığı, ancak Dışişleri Bakanlığı’nın, bir İngiliz gazetecinin sorusuna “Atatürk’ün böyle bir beyanatı olmadığı” yanıtını verdiği belirtiliyordu.

Sözcü’nün, Atatürk’ün varlığı doğrulanmayan bu sözlerini manşet yapmasının nedeni de Saygı Öztürk imzalı haberin sonunda açıklanıyordu:

“Konuştuğum bazı kaynaklar, Atatürk’ün o sözleriyle istenen sonucu aldığını belirttiler. Belgeleri incelemek iyi oluyor ama hangisinin gerçek, hangisinin üretim olduğunu anlamak da hayli zor oluyor.”

Anlaşılan Saygı Öztürk, Dışişleri’nin yalanlamasına rağmen Atatürk’ün o sözleri söylediğini varsayıyor. Tek dayanağı da konuştuğu ve adını vermediği “bazı kaynaklar”. Ama bir gazeteci için bir belgenin gerçek olup olmadığını anlamak zorunludur; doğrulanamayan belge yayımlanamaz.

Kaldı ki, Hint gazetesi haberini “Atatürk’ün Hakimiyeti Milliye gazetesinde yayımlanan Meclis konuşması”na dayandırıyordu. TBMM Kütüphanesi’ne gidip tutanaklara bakılabilirdi. Atatürk’ün öyle bir konuşması olmadığı ve de o tarihte Hakimiyeti Milliye gazetesinin “Ulus” adını almış olduğu da kolayca öğrenilebilirdi.

Böyle bir haber yapmadan önce tarihçilere de sorulabilirdi. Nitekim tarihçiler Ümit Doğan ve Sinan Meydan’a sordum. Her iki tarihçi de Atatürk’ün böyle bir sözü olmadığı yanıtını verdi. Sinan Meydan, “Hindistan gazetesi Atatürk’e atfen bu açıklamayı uydurmuş” dedi.

Atatürk’e atfedilen bu uydurma sözler daha önce defalarca medyada ve sosyal medyada tedavüle çıkarılmış; tarihçiler de her seferinde yalanlamış. Örneğin Murat Bardakçı 2021’de “Ben ‘Yalan’ demekten yoruldum, onlar palavraya inanmaktan yorulmadılar” diye yazmış.

Daha önce hiç yazılmamış, yalanlanmamış gibi Hürriyet yazarı Nedim Şener de Sözcü’den yedi gün önce aynı belgeleri sosyal medyada “Filistin Türklerin meselesidir, Mustafa Kemal Atatürk’ün meselesidir” diye paylaştı. O da arşive bakmamış, kontrol etme gereği duymamıştı.

Anlıyorum, Türkiye’nin Filistin’i sahiplenmesine gerekçe arayanlar Atatürk’ten dayanak bulmaya çalışıyor. Ama sarıldıkları sözler kurmaca. Üstelik zulmedilen Filistinlilere yardım için öyle 84 yıl öncesinden gerekçe aramaya gerek de yok.

Savaş çığırtkanlığı ve şiddet pornografisi

Gazeteci olarak genellemeci yaklaşımlardan nefret etmişimdir. Şurası doğru. “Batı medyası”nın büyük bölümü İsrail’in, Gazze’deki fütursuzluğunu, çoluk çocuk demeden silahsız masum insanları bombalarla hedef almasını güya “savunma hakkı” olarak görüyor; öyle aktarıyor. Çoğunlukla da İsrail’i fail olarak göstermekten kaçınıyorlar.

Reuters, El-Ehli Baptist Hastanesinin bombalanması ve kameramanın öldürülmesi haberlerinde sorumludan söz etmeyerek, İsrail’in sorumluluğunu gizliyordu. BBC’nin Hamas’ın hastane ve okulların altında tüneller yaptığı haberinden sonra hastane bombalanması dikkat çekiciydi. DW’nin “Hangi eylemler savaş suçu kabul edilir” yazısı, İsrail’in sivillere yönelik şiddetini meşrulaştırıyordu. Böylesi örnekler çok…

Ama elbette gazetecilik ilkelerine uyan, mağdurdan yana dil kullanmaktan kaçınmayan, İsrail’in orantısız şiddetini sorgulayan yayınlar da vardı Batı medyasında. Fakat Türkiye’de yaygın medya ABD ve Avrupa medyasından haberler alıntılarken maalesef olumlu örnekleri yeterince aktarmıyor. Oralardaki medya kuruluşlarının tümü aynı kefeye konuluyor.

Türkiye’den 500 gazetecinin “İsrail soykırımını durdurun” çağrısında bile toptancı bir yaklaşımla “İsrail yanlısı küresel reklam şirketlerinin Batı medyasını kontrol altına aldığı” savunuluyordu. İsrail’in bu iş için büyük paralar harcadığı doğru. Liberation, İsrail’in sadece Fransa’da sosyal medyada propaganda için 7 Ekim’den bu yana 4.6 milyon dolar harcadığını doğruladı. Ama bu paralar bile istedikleri sonucu almalarına yetmiyor ki, eski İsrail Başbakanı Lapid, “Uluslararası medya objektif olursa Hamas’a hizmet eder” gibilerinden demeçler veriyor.

Zira New York Times’ın, Gazze’deki hastaneye atılan roketin İsrail tarafından fırlatıldığı analizi gibi İsrail’i rahatsız edecek türden gazetecilik de yapılıyor arada. Başka örnekler de var. Hastanenin bombalanmasında Hamas’ı suçlayan Le Monde, iki gün sonra hatasını kabul etti; Gazze’den gelen bilgileri kaynağını belirterek yayımlayacağını açıkladı. Filistin yanlısı gösterileri “Hamas’a destek” olarak niteleyen BBC de haber dili için sonradan özür diledi. CNN’de Christiane Amanpour, El Cezire’nin Gazze muhabirinin eşi, oğlu ve ailesinden çok sayıda kişinin İsrail bombardımanı sonucu öldüklerini ayrıntılı haber yaptı. İsrail’deki Haaretz gazetesi Netenyahu’yu suçlayan yayınlara devam ediyor.

Bir de madalyonun öbür yüzü var; “Batı medyası” kötü gazetecilik yapıyor da Türkiye’de yaygın medya çok mu iyi? Bence hayır. Savaş çığırtkanlığı ve nefret söylemi yapanlar da var medyamızda; şiddet pornografisini zirveye çıkaran, savaşı gösteri alanına dönüştüren de.

Yeni Şafak ve Yeni Akit, Gazze’de şiddete maruz kalan, yerlerinden yurtlarından edilenlere insan olarak değil “ümmet” olarak bakıyor; günlerdir “İslam Ordusu kurulsun” manşetleri atarak, yazılar yayımlayarak savaş çığırtkanlığı yapıyorlar.

Gazze’den gelen kanlı fotoğraflar, ceset fotoğrafları hiçbir elemeye tabi tutulmadan kullanılıyor Türkiye medyasında. Hatta bebek ve çocuk cesetlerinin yüzü açık fotoğrafları, gazetecilik ilkeleri, insanlar ve özellikle de çocuklar üzerinde yaratacağı travmatik etkiler hiçe sayılarak yayımlanıyor. Uzmanların “Savaş ruh sağlığımızı bozdu” uyarıları aldırılmıyor; sosyal medyada da “Yüreği yeten izlesin” diye paylaşılıyor kanlı görüntüler.

Savaştaki ölümü ve yıkımı aktaran gazeteciler, Gazze’de değil sınırın İsrail tarafında. Savaş hareketliliği yetmemiş olacak ki, bazı muhabirler, haberciliği şova dönüştürmek için çaba harcıyorlar. Yakınlarına roket düşmesini heyecanla anlatan CNN Türk’ten Fulya Öztürk, şovunu sergilerken, birkaç metre ilerisindeki NTV’den Osman Terkan serinkanlı habercilik yapıyordu.

Zaten Gazze dışındaki haberlere neredeyse tamamen kapandı yaygın medyamız. Fakat aynı duyarlılığı dünyanın başka köşelerindeki savaşlarda insanlar öldürülürken göremiyoruz. Örneğin, yıllardır iç savaşın sürdüğü Yemen’de 400 bine yakın insanın ölümü, dört milyonun evsiz kalması, çocukların açlık içinde kıvranması medyamızın Gazze’nin onda biri kadar bile ilgisini çekmiyor. Orada savaşın taraflarının Müslüman ülkeler S. Arabistan, İran ve BAE, daha açık bir deyişle ölenin de öldürenin de Müslüman olması mı, neden?

Savaşın acımasızlığına, hangi dinden insanların maruz kaldığına ve taraflarının kimler olduğuna bakmadan bütün savaşlara karşı çıkmayı öğrenmeli yaygın medyamız.

Dezenformasyon Merkezi, Hamas’ın sözcüsü mü?

İktidar medyasında, İletişim Başkanlığı’nda oluşturulan Dezenformasyon Merkezi’ni (DM) kutlayan kutlayana. Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in de Gazze’deki katliamıyla ilgili kimi yayınların yalan olduğunu sergilemekte ne denli başarılı olduğunu yazıyorlar sık sık.

DM’nin yayımladığı iki “Filistin” bültenini taradım. Bültende yalanlananların neredeyse tamamı İsrail, ABD ya da başka ülkelerde paylaşılmış ya da yayımlanmış. İsrail radyosundaki bir yayından, Pensilvanya Üniversitesi’ndeki bir eyleme ve Batı medyasındaki haberlere kadar onlarca iddia bültenin kapsama alanına girmişti.

Çoğu da doğrudan Hamas ile ilgiliydi. Bu yalanlamalardan birinde “Hamas, kilise yağmalayarak heykelleri yıkıyor’ iddiası doğru değildir”, bir başkasında “Hamas çatışmalardan kaçmaya çalışan Filistinlileri infaz ediyor’ iddiasıyla paylaşılan görüntülerin İsrail-Filistin çatışmasıyla ilgisi bulunmamaktadır” deniyordu. 26 Ekim’deki paylaşımında da “İsrail askerleri Gazze'ye girdi, 40 Hamas üyesini yakaladı’ iddiası doğru değildir” açıklaması yapılıyordu.

İyi de Hamas, ülkemizdeki bir örgüt değil. Hamas hakkındaki bu iddialar Türkiye’deki hesaplardan da paylaşılmamış. Öyleyse Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kurumu, Hamas hakkındaki bir iddiayı yalanlama işini neden üstlenir? Varsın Hamas yalanlasın, sözcülüğe ne gerek var?

ABD Başkanı Biden’ın “Hamas militanları, 40 bebeğin kafasını kesti” iddiasını dile getirmesi, Gazze’deki hastanenin İsrail tarafından vurulması gibi kritik konuların DM’nin radarına girmesi bile anlaşılabilir. Ama cihatçı bir örgüt olan Hamas’ın eylemleriyle ilgili yalanlamalar, Dezenformasyon Merkezi’nin işi olmasa gerek. Erdoğan bu örgütü nasıl tanımlarsa tanımlasın.

Tek cümleyle:

ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com