“Edebiyat bana yetiyor” diyerek, güncel konularda uzunca bir süre yazmamaya niyetliydim. Gel gelelim, öyle şeyler oluyor, öyle işler dönüyor ki, susmak sorumluktan kaçmak olabilir. Olup bitenler yenilir yutulur cinsten değil, iktidarın tezlerinin iler tutar yanı yok. Susmak bütün bunlara rıza göstermek anlamına da gelebilir. Dolayısıyla, bağımsız medyada, sosyal medyada, siyasette, iş dünyasında, sokakta, hemen her yerde gittikçe sesi yükselen itiraz korosuna medenice katılmak gerekir.
Bu mudur demokrasi? Bu mudur hukuk? İktidar da biliyor bunun demokrasi, hukuk olmadığını. Gerçek demokrasi, hukuk açısından İstanbul belediye başkanlığı seçimini kaybettiklerini de biliyorlar. Ancak basın haberlerinden anladığımıza göre, o makamı elden çıkarmaktan öyle korkuyorlar ki, elde tutmak için çok şeyi yapmaya hazır görünüyorlar. İnsanın içinden neler söylemek geliyor, ama sakin olmak, gülmek, olumlu söylemle yürütmek gerek demokrasi ve hukuk devletini koruma mücadelesini. Bu bakımdan İmamoğlu doğru yolda. Olağan koşullarda seçimi gene kazanacaktır.
Ne ki, af buyurun, Türkçede “minareyi ... kılıfını hazırlar” diye bir söz vardır. Kim bilir, iktidardakiler ne planlar yaptılar, neler göreceğiz? Buna karşılık, demokrasi cephesi özgüvenli, umutlu, kararlı görünüyor. “Her şey çok güzel olacak” sloganı da çok güzel, ama rehavete itici bir yönü de var. Her şey önce çoook zor olacak. Uyanıklık, planlı çalışma şart. Bu açıdan İmamoğlu kadar Canan Kaftancıoğlu da güven veriyor. Kemal Bey de formunda. Meral Hanım da öyle... Seçim yeniden kazanılmalı! Daha doğrusu, Türkiye’nin geleceği kazanılmalı!
Basın haberlerine göre, Damat Bey’in başını çektiğini bir grup iktidar mensubu seçimin tekrarlanmasını savunmuşlar. Demek AKP artık onlara kaldı! Bu nevzuhur AKP’lilerin tersine, 11. Cumhurbaşkanı ve seçilmiş son Başbakan yayınladıkları mesajlarla sağduyu ve vicdan korosuna katıldılar. Mesajlarında haklı olarak savundukları ilkelere daha güçlüce sahip çıkmalarını bekliyoruz. Jacques Chirac aklıma geliyor. Sarkozy’nin ülkeye yarardan çok zarar verdiğini görünce Chirac, karşı partinin adayını destekleyeceğini pat diye söyleyivermişti. Önemlli olan ülke çıkarıdır, ilkelerdir, ülkenin geleceğidir.
Türkiye’nin geleceği şu anda hiçbir bakımdan parlak görünmüyor. Demokrasi, hukuk, insan haklarında büyük bir gerileme yaşandığı sıralarda bir AB Reform Eylem Grubu toplantısını yapıldığını öğrendik basından. Şaka gibi! Hangi reform? Hangi eylem? Konuşmaları okudum. Bomboş! Böyle bir toplantı yapılması, yapılmamasından daha kötü. Güya yargı reformu yapılacakmış. Yargı reformu yapılınca da yabancı sermaye gelecekmiş. Bugünkü iktidar yapısından yargı reformu beklemek inandırıcı değil. Kaldı ki, bu aşamada yapılması gereken ilk reform vicdan reformudur, vicdan!
Yabancı sermaye de Türkiye kendine yeniden çeki düzen vermeden gelmez. Berat Beyin, af edersiniz, berbat performansı ekonomideki çöküşü hızlandırdı. Yönetici siyasi kadrolarda bu çöküşü tersine çevirebilecek bilgi, yetenek göremiyorum, ne yazık ki!
Bir yandan demokrasi, öbür yandan ekonomi inişe geçince dış politika onlardan geri kalır mı? Dış ilişkilerimizde başarılı olduğumuz tek bir alan var mı? Mevzii bir başarı sağlandığı bir ara düşünülen şu İdlib’de bile olanlara bakın! Türkiye’nin bu kadar Rusya’nın eline bakar hale getirilmesi marifet midir? Ne kadar güvenebileceğimiz kuşkulu Katar dışında başlıca Arap ülkeleriyle bozuşmayı şimdiye kadar hiç bir yönetim başaramamıştı. (Bu arada, sevgili dostumuz Ömer El Beşir’in de başına neler geldi? Garibimin evinde, evet evinde 130 milyon dolar nakit bulunmuş. Zavallıya paracıklarını rahat rahat yemek imkânı tanımadılar. Vah! Vah! )
Batı ile ilişkilerimiz ayrı bir facia. Batı’nın Türkiye’yi koparıp atacağını sanmıyorum. Türkiye’de bu dönemin bitmesini ilişkileri asgari zorunlu düzeyde tutarak bekleyecektir. Ne yazık ki, Kıbrıslı Rumlar gibi bazı çevreler de bu dönemden yararlanmak isteyecekler, bizi haklı olduğumuz konularda bile geriletmeye çalışacaklardır. Çünkü imajımız, kabul edelim, çok olumsuz. Bazı temel konularda tezlerimiz ülkenin değil, iktidarın tezleri olarak görülüyor, hemen bir kamuoyu tepkisi doğuyor, bu da siyasi tavır almaları ve karar mekanizmalarını aleyhimize etkiliyor. Dış ilişkilerimiz açısından bu kadar tatsız bir dönem anımsamıyorum.
Kim bilir? Belki, bütün bunlar benim gördüğüm kötü bir düştür, yanılıyorumdur. Takdir Tarihin, yakında anlarız.