Oğuz Demiralp

07 Nisan 2020

Salgın ve sonrası

Bu tablo karşısında, ulus devlet sınırlarının arkasına sığınmak değil, yeni bir küreselcilik gerek, dayanışma, paylaşım, işbirliği, insanın paradan daha önemli sayılması gibi değerlerle donanmış bir küreselcilik. Ekonomik büyümeyi değil insani yönüyle de ekonomik kalkınmayı öne alan alan bir anlayış gerekli

Salgının ne kadar yayılacağı, süreceği, daha nelere mâl olacağı henüz bilinmiyor, ama mutlaka bu ölümcül derde deva bulunacağına inanılıyor. Dolayısıyla şimdiden salgın sonrası dünyanın nasıl olacağına ilişkin tahminler yapılıyor. Karamsar tahminlere göre otoriter rejimler güçlenecek, genel olarak bir disiplinli düzen arayışı başlayacak. İyimser tahminlere göre, insanlar bu deneyimden gerekli dersi alıp daha adil bir düzen arayışına girecekler. İki taraf da o ünlü "Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı" sözünü ediyor elbette. Sağ kalırsak göreceğiz, ama insanlığın başına gelen felaketlerden ders alma sicili pek parlak değildir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İspanyol gribi sarmıştı yerküreyi. Bu iki felaketten kısa bir süre sonra, insanlık ikinci dünya savaşına, birinci dünya savaşına katılmamış İspanya da iç savaşa doğru dört nala yola çıkmışlardı.

Kıdemli dünya uzmanı Henry Kissinger de Wall Street Journal'da yayımlanan bir makale yazarak konuya el attı. Uluslararası işbirliğinin zayıflığı Kissinger’in de dikkatini çekmiş. Gerçi BM Genel Kurulu bir karar kabul etti, BM Genel Sekreteri ve Dünya Sağlık Örgütü daha aktif hale geldi, AB de eşgüdüm çalışmalarını artırdı. Ancak gerçek bir uluslararası işbirliği henüz görülmüyor. Salgın Afrika’ya iyice yayılmadan bu işbirliğinin mekanizmalarını oluşturmak gerekir. Kissinger, geleceğe ilişkin olarak dünyada salgın önleme politikaları geliştirilmesini öneriyor. Ancak, değinmediği bir şey var: ilaç sanayinin büyük bölümünün özel sektörün elinde olması. Sağlıktan çok kâr amacına yönelik çalışan bu sanayii  küresel düzeyde nasıl düzene sokabileceksin? Asıl soru bu. Gerçi bu şirketler, yeni ilaçlara bulmak için araştırma yapmaları, araştırmayı finanse etmek için de kâr etmeleri gerektiğini öne sürer dururlar, ama herkes bilir ki, özel ilaç sanayiin temel ilkesi fedakârlık değil kârdır. Yaşadığımız salgın ilaç sanayiine yeniden bakmamızı gerekli kılıyor bence. İlaç şirketlerini uluslararası işbirliğine gerekirse zorlayarak katmanın yolunu bulmak gereklidir, hem şimdiki aşamada hem de gelecekte... Belki şirketlerin de katılabilecekleri bir Dünya Sağlık Konseyi kurulabilir.

Kissinger liberal dünya düzeninin savunulması gerektiğini öne sürüyor. Liberal dünya düzeni demek, teknik anlamda, yerkürenin dört temel özgürlüğün alanı olması demektir, yani sermayenin, malların, hizmetlerin ve iş gücünün serbest dolaşım alanı. Böyle bir düzen dünyada henüz kurulmadı, görünür gelecekte de kurulamaz. Ancak, salgının gittikçe artan ekonomik faturasının uluslararası toplumu yeni arayışlara itmesi kaçınılmaz olacaktır. Liberal lâfını bırakın bir kenara, çünkü aldatmaca, hiç değilse biraz daha adil bir dünya düzeni kurmak mümkündür. Bunun mekanizmaları zaten bulunmaktadır. BM’in daha etkili hale getirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü’nün Doha round’unun tamamlanması, İMF’in sadece paralıların hegemonyasında olmaktan çıkarılması, G-20’nin taahhütlerinin yerine getirmesinin sağlanması, Çin gibi ülkelerin ucuz işçi gücü kullanmasının önüne geçecek şekilde Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) güçlendirilmesi, çevre ve iklim anlaşmaları gibi bir çok reçete yıllardır masadadır. Bakalım, bu salgın, devletleri söz konusu reçeteleri uygulamaya zorlayacak mı? Eğer devletler bir araya gelip küresel yönetişim sistemi kuramazlarsa şimdiden öngöremediğimiz başka felaketler de yaşarız.

Kissinger, aydınlanma değerlerinin de korunması gerektiğinden söz ediyor. Haklı, insan hakları ve demokrasi, insanın yararına çalışan aklı koruyup geliştirmeliyiz. Gel gelelim, aydınlanma değerlerine asıl tehdit Kissinger’in hiç anmadığı kapitalist sistemden geliyor. 19'ncu yüzyıldan beri kapitalizmin gelişmek için aydınlanma değerlerine ihtiyaç duymadığı birçok dönem olmuştur. Şimdi de öyle bir dönemdeyiz. Çin, Rusya, Körfez ülkeleri örnekleri, hattâ salgın öncesi ekonomik açıdan başarılı olduğu söylenen Trump ABD’si... İnsan hakları bunların hiç birinin umrunda değil. Ekonomik büyümenin aydınlanma değerleri olmadan da sağlanabileceği, giderek daha kolayca sağlanabileceğinin düşünüldüğü, bu çarpık düşüncenin kitlelere yayılabildiği bir dönemden geçiyoruz. Aydınlanma değerlerinin geleceği ancak toplumcu bir düzende mümkündür. Kissinger’in dahil olduğu sağcı siyasi çizginin bir insan hakkı olarak tanımadığı sağlık hakkı ancak toplumcu bir düzende bir insan hakkı olarak yaşanabilir.

Yaşadığımız salgın yanlış küreselcilik balonunun patlamasıdır. İnsan – doğa, insan – hayvan dengelerini bozarak  şişirdiğimiz o ekonomik büyüme balonunun ne kadar dayanaksız olduğunu görüyoruz. İğrenç görünümlü bir et pazarında başlamış felaket. İnsanın yeryüzünde çöp ve pislik üreten tek varlık olmasının hesabını veriyoruz. Bu tablo karşısında, ulus devlet sınırlarının arkasına sığınmak değil, yeni bir küreselcilik gerek, dayanışma, paylaşım, işbirliği, insanın paradan daha önemli sayılması gibi değerlerle donanmış bir küreselcilik. Ekonomik büyümeyi değil insani yönüyle de ekonomik kalkınmayı öne alan alan bir anlayış gerekli. Salgın dediğimiz şerden böyle bir hayır çıkar mı? Sermayecilik, yani  kapitalizm geriler mi? Göreceğiz. Adım adım gitmek gerek. Önce siyasi atıp tutmaları bırakıp uluslararası işbirliği yaparak bu belâyı def edelim, sonrasına bakarız yavaş yavaş.