(…) gazeteleri ve kitapları karıştırmak sûretiyle bir geçiş dönemi yaşayan sokaktaki insan, ilk gerçek okuma salonunu görmek için Mart 1864’de, Cemiyyet - i İlmiyye – i Osmâniyye’nin kıraathânesinin açılışını bekleyecektir. Bu salon Osmanlı’da « modern mânâda kıraathane (salle de lecture) mefhumu »nun ortaya konduğu ilk mekân olur. (Adıvar, 1944 ve 1949)
Yukarıdaki satırları Kayahan Özgül’ün herkese tavsiye edeceğim kitabı « Divan Yolu’ndan Pera’ya Selâmetle »den aldım. Demek ki, Osmanlı modernleşme sürecinde halka okuma alışkanlığı kazandırmak için okuma evleri kurulmuş, ancak zamanla amaçtan sapma olmuş, kıraathaneler olmuş kahvehane.
Son yıllarda kıraathaneleri ilk kuruluş amaçlarına döndürmek için bazı yerel girişimler yapılıyordu. Şimdi ise bu projeyi ulusal çapta bir seçim vaadi olarak karşımızda görüyoruz. Seçimin genel çerçevesi içinde bu vaadin önemi nedir, etkisi ne olur ? Bilmiyorum. Ancak, projenin okuma alışkanlığını arttırmak amacına ne kadar hizmet eder, kuşkum var.
Batının entelektüel tarihinde edebiyat salonları, Cenevre’deki Okuma Cemiyeti gibi kuruluşlar çoktur. Bunlar daha çok entelektüel kesime hitap eden kuruluşlardır. Genel halk kültürü bağlamında, Batıda genellikle okuma evleri değil, okuma odaları görülür. Zaten « salle de lecture » de okuma odası demek. Okuma odaları da genellikle halka ya da belirli kesimlere açık kütüphanelerde bulunur. Kitabını alır, sessizce, rahatsız edilmeden okursun. Sessizlik ve rahatsız edilmemek şarttır. Çünkü okuma eylemi yoğunlaşma ister. Blaise Cendrars 1905 yılında gittiği Sen Petersburg Kütüphanesinin « bir mezar kadar sessiz » olduğunu söylemiştir.
Okuma büyük ölçüde bireysel bir eylemdir. Okumak ile bireyselleşmek birbiriyle bağlantılıdır. Basit bir şekilde anlatırsak, birey önce kütüphaneye gider, evde piyasada bulamadığı kitabı raftan alır, okuma odasına geçer, evde veya başka yerde bulamadığı sessizlik içinde rahatsız edilmeden kitabıyla hemhal olur. Bireysel dünyasını zenginleştirir.
Oysa, bizde, anladığım kadarıyla, başından beri, kıraathaneler ya da okuma evleri aynı zamanda sosyalleşme projesi olarak düşünülmüştür. Kıraathanelerin kahvehanelere dönüşmesi de bu sosyalleşme işlevinin ağır basmasının sonucu olmuştur.
Şimdi önümüze konulan projenin de, çay, kek sunulmasından belli, güçlü bir sosyalleşme yönü var. Halkı çekmek, okumak üzere bir araya getirmek istenilmektedir. Sırf okumak için oraya gelmeyecekleri düşünülerek çay ve kek teşviki öngörülmektedir. Çay, kek servisine başlarsan oralarda okumak işi hızla ikinci plana düşer. Kıraathane olur sohbethane. Okumak başka bir eylem, çay kek başka bir eylem. Bunları bir araya getiren mekânlar var. Örneğin bir çok pastanede duvar raflarında gelenler okusun diye kitaplar durur. Kimse okumaz. Korkarım devlet eliyle kurulacak kıraathaneler de sonunda pastaneye dönebilir.
Okuma alışkanlığını arttırmak için kütüphane sayısını arttırmak gerek. Halkı kütüphanelere çekecek etkinlikler düzenlemek gerek. Her kütüphanede sessizce okuma yapılabilecek odalar kurmak gerek. Ayrıca, Devletin bir e – kütüphanesi kurması da çağımıza uygun olur. Halkın kaliteli kitaplara kolayca ulaşmasını sağlamak devletin görevidir.
Seçim kampanyası çerçevesinde bu konu ortaya çıkınca, ister istemez, kek, kekleme muhabbeti başladı. Herkesin birbirini keklemeye çalıştığı bu ortamda ortak amacımız kekolukla mücadele olmalı. Bunun için okumanın teşviki elbette şarttır, ama yetmez. Halkevlerinin altın çağında olduğu gibi, halkın, okuma, dans, tiyatro, spor, münazara, adab – ı muaşeret eğitimi gibi türlü etkinliklerle modern şehir hayatının gerektirdiği kültürü alabileceği kuruluşlara yönelmek gerekir. Her mahallede bir halkevi gerekir. Ancak bu tür projeleri kimseden işitmiyoruz.