Montrö çok güzel bir kenttir, Leman gölünün kıyısında doğayla tarihi kaynaştıran cennetsi bir yerdir. O yörede üzüm bağları da çoktur, güzel şaraplar yapılır. Ne ki, Montrö deyince Türkiye'de bizim aklımıza başka şeyler geliyor. Eskiden iyi şeyler aklımıza gelirdi. Montrö'de imzalanan sözleşme yoluyla Lozan'ın eksiğini, dolayısıyla egemenliğimizi tamamladığımız aklımıza gelirdi. Montrö olmasaydı bugün Boğazlarda rahat dolaşamayacağımız aklımıza gelirdi. Marmara denizinin bir Türk iç denizi sayılamayacağı aklımıza gelirdi. Bugün bütün bunlar unutuldu. Kanal İstanbul dedikleri ünlü rant projesine ayak bağı olarak görüldüğü için feshedilmesi gereken bir sözleşmeden söz edilmeye başlanıldı. Bilmiyorlar ki, o sözleşmeyi feshederseniz, yenisini yapamazsınız, sadece ticari değil askeri gemilere de sonsuza kadar serbest geçiş hakkı verirsiniz. Artık ne Boğazlarda huzur kalır ne de Marmara denizinde. Huzur ne kelime! Montrö sözleşmesi olmasaydı Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Mümtaz'ı Boğaz'da o kadar rahat gezinebilir miydi? Zaten dünyayı kendine dert edinen biri Mümtaz, bir de "Boğazlar niye bizim egemenliğimizde değil?" diye yerdi kendi kendini. Hiç düşünmezsiniz bunları. Öyleyse Montrö feshedilirse Huzur ne kelime! Bölgesel barışı da unutun o zaman!
Bu konuda konuşan konuşana elbette. Susup geçilecek bir konu değil. Bu arada 103 emekli amiral de ortak bir açıklama yapmışlar. Belirli bir kurumdan emekli olanların o kurumla ve o kurumda çalışırken yaptıkları işlerle ilgili olarak isterlerse ortak açıklama yapmalarını ifade özgürlüğü ve demokrasi açısından doğal karşılamak gerekir. Kaldı ki, eski askerlerin konuşması ve bildiri yayımlaması yasak değil. Beğenmeyen gerek duyuyorsa yanıt verir, ama susturmaya çalışmaz. Susturmaya çalışmak ifade özgürlüğünden ve demokrasiden sapma olur.
Amirallerin bildirisini ben pek beğenmedim. O bildiriye neden gece yarısı yayımlamışlar, anlamadım. Bildiride üç öğe görülüyor. Birinci öğe Montrö konusu. "O sözleşmeye sakın dokunmayın" diyorlar. Haklılar, bu fikre katılıyorum. İkinci öğe sarıklı mıdır, cübbeli midir, nedir o tuhaf muvazzaf amiral konusu. Bence bu ayrı bir bildiri konusu olmalıydı. Elbette eski bahriyeliler olarak bu ikinci konuda mutlaka konuşmaları gerekir. Ne ki, sarıklı amiralden söz edilmesi Montrö konusunu zayıflatıyor. Bu iki konuyu bilerek yönetimi daha geniş olarak eleştirmek için bir araya getirmişler diyebilirsiniz. Ancak, bildirinin üçüncü ögesi yönetime destek niteliğinde. Yönetimin resmi söylemin bir parçası haline getirdiği Mavi Vatan kavramı güçlü bir şekilde vurgulanıyor. Dolayısıyla yönetimin Doğu Akdeniz politikalarına destek veriliyor. Ben, çeşitli vesilerle dile getirdim, farklı düşünüyorum. Aslında mavi vatan konusu da ayrı bir bildiri konusu.
Yönetimden ve sağcı partilerden gelen açıklamalara bakılırsa amirallerin sadece eleştirileri üzerinde duruluyor. Çok sert sözler yöneltiliyor amirallere. Bildiriyi hazırlayanların eski asker olması yönetime ve destekçilerine vesayet, darbe tartışmaları açma olanağı sağlamışa benziyor. Tartışma konusu Montrö olmaktan hızla çıktı. Maksat üzüm yemekten bağcıyı dövmeye dönüştü. Yönetim kendini demokrasi şampiyonu ve darbe / vesayet heveslileri karşısında mağdur gösterme olanağı buldu. Hele mesele mahkemeye gider, amiraller tutuklanmaya başlarsa alın size yeni bir demokrasi öyküsü... Bu arada Montrö ne olur, bilemeyiz. Ayrıca bu konu CHP ile İyi Parti'nin arasını açabilir. İktidar bunu da mutlaka hesaplıyordur.
Değerli amiraller bildiriyi kaleme alırken, gece yarısı yayımlanmasının nasıl algılanacağını ve içerik bakımından ne gibi tepkilerle karşılacaklarını iyice düşündürler mi acaba? En azından başka türlü de yazılabilirdi bu bildiri.
Bildiriye o kadar beğenmesem de emekli amirallerin demokrasi ölçüleri içersinde bildiri yayımlama hakkı olduğunu savunuyorum. Dayanağım Avrupa İnsan Haklı Sözleşmesinin 10'uncu maddesi.
Montrö bazen ne kadar uzak geliyor insana. Oysa Orta Doğu'nun birçok yerinden daha yakındır.