Geçtiğimiz pazar günü İYİ Parti’nin kongresi yapıldı. Güncel siyaset açısından birinci derecede önemli bir olaydı. Ne var ki, özgür medyamızın bu kongreyi naklen aktarması mümkün olmadı. Sadece birkaç muhalif yayın organı ve sosyal medya yoluyla kısmen izleyebildik. Bir kaç muhalif gazete hariç, bu önemli olay yazılı basına da doğru dürüst yansıtılmadı.
İYİ parti kongresi hakkında vatandaşın bilgilenmesini engellemek için bin bir türlü numara çekildiği söyleniyor. Eğer doğrusu bu iddialar, utanç verici bir durumla karşı karşıyayız. Böyle bir durum, demokrasiyle bağdaşır mı? İnsan haklarıyla bağdaşır mı? Çağdaşlıkla bağdaşır mı? Ahlakla bağdaşır mı? Din ile bağdaşır mı?
Buna rağmen, bir takım kişiler, hatta anlı şanlı “artiz”lerimiz Türkiye’nin hiç bu kadar özgür olmadığını söyleyebiliyorlar. Çok yazık!
Meral Akşener önderliğindeki hareketi bastırmaya, engellemeye çalışmaları anladığım kadarıyla ciddi bir endişeye dayanıyor: 2019 seçimlerini kaybetme ihtimalinin tümüyle yok sayılamamasından doğan bir endişe bu.
Gene anladığım kadarıyla, seçimlerde ikinci tur ihtimali, bugün itibarıyla yüksek görülüyor. İkinci tura CHP adayı kalırsa, olağanüstü biri olmadıkça kazanma ihtimali yok. Ancak Meral Akşener kalırsa kazanma ihtimali cidden var. CHP ikinci turu kazanamayacak, ama ilk turda Meral Akşener’i geçebilecek bir aday çıkartırsa iktidar buna sevinecektir. Bu değerlendirme denklemini gerçekçi buluyorum. Herkesin bunu iyi düşünmesi ve ikinci turda kazanabilecek aday olarak kimi görüyorsa birinci turda ona oy vermeyi değerlendirmesi gerekecek. Bu kez seçimlerin mantığı farklı ve iş çok ciddi!
Meral Akşener’in yol arkadaşları da siyasette ve bürokraside başarılı olmuş, temiz isimli kişiler. Devleti yönetmekte her hangi bir zorluk çekmezler.
Meral Akşener’in konuşmasının dinleyebildiğim kısımları gayet iyiydi. İktidarın söyledikleriyle somut gerçekleri karşılaştırması, aralarındaki farkı göstermesi etkileyiciydi. İktidar somut gerçeklerin üstünü gerçeğe aykırı söylemlerle örtünce ortaya, Meral Akşener’in deyimiyle, bir “yalanlar ülkesi” görüntüsü ortaya çıkıyor.
Ufak bir örnek: yüzde yedivirgülbilmemkaç büyümüşüz. Bu açıklamaya Türkiye’de inanmayanlar muhalif diyelim, ya dünyada inanan var mı? (Bu konuda Barış Soydan’ın 29 Mart tarihli yazısını okumanızı tavsiye ederim.)
Evet, Türkiye’de güncel gelişmeleri izleme olanakları gittikçe kısıtlandığı için ben de geçmiş konularla ilgili okumalar yapıyorum, rastgele.
Geçenlerde, Fransa’nın ilk halk oyuyla seçilmiş Cumhurbaşkanı Louis Napoleon Bonaparte ile ilgili bir şeyler okudum. Adam 1848’de yüzde 75 oy ile seçilmiş. İkinci kez seçilmesi anayasa göre mümkün değilmiş. İktidar hırsı bu! Yavaş yavaş muhalifleri bastırmış, bütün yönetimi kendine bağlamış, anayasayı değiştirmiş, kanlı çatışmalar olmuş, yerel yönetimleri kendine bağlamış, sonunda bunlar yetmemiş, bir plebisit yoluyla cumhuriyeti ortadan kaldırıp imparatorluğunu ilân etmiş, halkın büyük desteğiyle elbette. Ne ilginç bir siyasi kariyer değil mi? Neler oluyor tarihte, değil mi?