1 Temmuz günü yapılan Meksika cumhurbaşkanlığı seçimlerini solcu aday Andres Manuel Lopez Obrador ilk sayıma göre yüzde 52.97 oyla, ilk turda kazandı. Meksika siyasal tarihinin en büyük zaferi diyorlar. 64 yaşındaki Obrador dört yıl önce kurduğu partisi ve bazı diğer sol hareketlerin işbirliğiyle bu zafere ulaştı.
Meksika yüz ölçümü olarak Türkiye’nin üç mislidir. Nüfusu 120 milyondur. Dünyanın en büyük 15 ekonomisi arasındadır. Bugünkü veriler itibarıyla 2050’de dünyanın ilk on büyük ekonomisi arasında girmesi beklenmektedir. Yabancı yatırımlar bakımından dünyanın en cazip ülkeleri arasındadır. Petrol üreticisidir.
Makro düzeydeki bu olumlu görümüne rağmen Meksika’nın iç düzeni nerdeyse kangren olmuş sorunlarla yıpranmıştır. Sosyal adaletsizlik ve gelir dağılımındaki bozukluk korkunçtur. O güzelim ülkede bir yanda lüks içinde yaşayan elitler, öbür yanda inanılmaz yoksulluk içinde yaşayan halk tabakaları görürsünüz. Suç örgütlerinin yaygınlığı nedeniyle güvenlik düzeyi çok düşüktür. Nerdeyse üstü örtülü bir iç savaş yaşanmaktadır. Birkaç yıl önce Meksika’da silahlı çatışmalarda ölenlerin sayısı nerdeyse Suriye ve Afganistan’dakiler kadardı. Ülke çapında yoksulluk ve güvenliksizliğin yanıra sistemik yolsuzluk doğallaşmış gibidir.
Meksika’yı onyıllarca PRI (Kurumsal Devrimci Parti) yönetmiştir. Meksika devriminin ürünü olan bu parti maalesef devrimin hedeflerinden de, orta sol olarak tanımladığı kendi çizgisinden de uzaklaşmış, bozuk düzenin dayanağı haline gelmiştir. Son onyıllarda Meksika yönetimi, PRI ile güya orta sağ / liberal PAN ( ulusal Eylem Partisi) arasında al gülüm ver gülüm almaşması içinde yürütülmüş, ne yazık ki halkın hayati sorunlarına bir çare doğru dürüst aranmamış ve bulunmamıştı. Obrador ve parlamentoda en büyük güç haline gelen partisi MORENA ( Ulusal Yenilenme Hareketi) bir üçüncü yol ortaya çıkmış, alınlık olarak taşıdıkları “Meksika’nın umudu” sloganına uygun biçimde seçimleri kazanmıştır.
Obrador rakiplerini büyük bir hezimete uğratmıştır. En yakın takipçisi PAN adayı Ricardo Anaya yüzde otuz daha az oy almıştır. 39 yaşındaki Anaya çok iyi yetişmiş, geniş kültürlü bir potilikacıdır. (Balayını İstanbul’da geçirmiştir.) Partinin başkanlığını ve cumhurbaşkanlığı adaylığını ele geçirirken siyasal ayak oyunlarını da ne kadar iyi becerebildiğini kanıtlamıştır. Seçimlerde klasik sol parti PRD (Demokratik Devrim Partisi) ile ittifak yapmıştır. Ancak liberallerle eskimiş solcuların bu işbirliğini halkın hiç inandırıcı bulmadığı seçim sonuçlarından anlaşılmaktadır. Genellikle PRD’nin olan Meksiko Şehri Eyalet Başkanlığını da MORENA’ya kaptırmışlardır.
İktidar Partisi PRI’nin adayı Jose Antonio Meade on yılı aşkın süredir çeşitli bakanlık (dışişleri, hazine, sosyal yardım) görevleri yapan yetenekli bir teknokrattır. (Kısmen Lübnan kökenlidir. Türkiye ile ilişkilerin gelişmesine öncülük yapmıştır.) Dünya finans çevrelerinde iyi bilenen bir isimdir. Eskiden PAN’lı bir cumhurbaşkanı için de çalıştığı için sağ oyları da çekebileceği düşünülmüştür. Ne var ki, esas itibarıyla, başarısız görülen şimdiki başkanın devamı olarak algılandığı için oy oranı yüzde 15’de kalmıştır. Bu sonuç, bir bakıma modern Meksika’nın kurucu partisi olan PRI için tarihinin en büyük yenilgisidir.
Şimdiki Başkan Enrique Pena Nieto büyük reform iddialarıyla başa gelmişti. Bazı önemli adımlar atmış olmasına rağmen sosyal adalet, güvenlik, yolsuzluk gibi ana sorunlara çözüm bulamadı. Petrol sektörünün özelleştirilmesi, eğitim gibi alanlarda güya yaptığı reformlar da sonuçsuz kaldı. Nieto deneyi reform diye bir takım liberal / kapitalist reçeteleri ısıtıp ısıtıp yeniden masaya getirmenin karın doyurmadığını, sorunları çözmediğini gösterdi. Solcu - liberallere (!) kıssadan hisse!
Elbette, bu seçimlerde etkili diğer bir faktör de Trump’ın ABD’si ile ilişkiler oldu. Obrador halkın gururunu okşayan bir milli duruş vaadiyle inandırıcı oldu. Nieto ise bu konuda inandırıcılığını Trump’u daha ABD başkanlık seçimleri aşamasında Meksika’ya davet etmiş olmakla çoktan yitirmişti. Liberal Anaya’nın ise yapısı gereği ABD’ye kafa tutacak bir lider görünümü vermesi zaten çok güçtü.
Obrador’a genellikle kapitalist çevreler sol popülist diyorlar. Hele Meksika’nın işveren örgütlerine kafa tutması sermaye sınıfının hiç hoşuna gitmedi. Obrador’un icraatını yakından izleyeceklerini, bir zamanlar bizde Ecevit’e yapıldığı gibi sert davranışlara başvuracaklarını tahmin etmek güç değil.
Perulu Nobel ödüllü romancı ve liberal siyasetçi (cumhurbaşkanı adayı da olmuştu) Mario Vargas Llosa, Meksika seçimlerine de kayıtsız kalmamış, Obrador kazanırsa Meksika’nın Venezuela’ya benzeyeceğini öne sürmüştür. Göreceğiz. Ancak Obrador’un başarısı küresel düzeyde sol için büyük bir kazanç olacaktır. Bir bakıma Obrador’un yarattığı umut Meksika’nın sınırlarını aşmaktadır.
Obrador’un önünde altı yıl bulunmaktadır. Meksika’da anayasa gereği bir kişi ancak bir kez cumhurbaşkanlığı yapabilir. Bunun nedeni tarihseldir. Ondokuzuncu yüzyıl sonuna doğru cumhurbaşkanı seçilen Porfirio Diaz, ardarda birkaç seçim kazanmış, reformcu olarak ortaya çıkmış iken zamanla seçilmiş bir diktatöre dönüşmüş, koltuğunu bir türlü bırakmamış, sonunda ülkede iç savaş çıkmış, bizim Zapata dolayısıyla bildiğimiz Meksika devrimi oluşmuştur. 1917 anayasasına bir kişinin bir kezden fazla cumhurbaşkanlığı yapamayacağı hükmü konulmuştur. Bu hükmü Meksika’da kimse tartışmaz.
Meksika seçimleriyle ilgili olarak yukarıda çizdiğim tabloya Türkiye ile karşılaştırarak bakıp gerekli dersleri çıkarabilirsiniz.