Bizimkiler Fransa’daki 'sarı yelekliler' eylemlerine ne diyeceklerine bir türlü karar veremediler. Önce Fransız güvenlik güçlerini insan haklarını ve gösteri özgürlüğünü ihlal etmekle suçladılar. Böylece insan haklarına saygı gösterilmesine ne kadar düşkün olduklarını bütün dünyaya ispat eylediler.
Daha sonra Fransa’da terör eylemleri olduğunu ve bütün Avrupa’nın bunu seyrettiğini söylediler. Terör eylemlerini yapan devlet mi, göstericiler mi anlamadık. Eğer göstericiler yapıyorsa, birinci açıklamamıza göre, Fransız güvenlik güçlerini teröristlerin insan haklarını ihlal ettikleri için kınıyoruz, demektir. Çok ilginç!
Üçüncü aşamada, bizimkiler şu Fransa’yı kınama işini pek sevdiler, işin aslını astarını araştırmayı bıraktılar. Fransa’yı yönetenlerin demokrasi ve insan hakları sınavından çaktıklarını, ama bizi her fırsatta eleştiren Avrupa’nın buna aldırmadığını öne sürmeye başladılar. Amacın şu düşünceyi iç kamu oyunda yaymak olduğu belli: “Aslında Avrupa’da insan hakları çiğneniyor, ama görmezlikten geliyorlar. Bizim yükselişimizi çekemedikleri için biz ufacık bir şey yapsak, hemen çifte standart uygulayıp bizi eleştiriyorlar.” Bir Batı Avrupa ülkesinin insan hakları bakımından ne kadar kötü olduğunu görürsek, Türkiye’yi o kadar iyi görür, ülkemizin demokrasisinin değerini daha iyi anlarız, 'dış kaynaklı' sorunlarımızı büyütmeyiz, değil mi, efendim!
Sırrı Süreyya Önder’in içeri alındığı, Emin Çölaşan ve Necati Doğru aleyhine ağır bir iddianame düzenlendiği günlerde Fransa’da olan bitene böyle bakmamız kimseye şaşırtmasın. Geçmişte de “Aman bir Batı ülkesinde olaylar olsun, biz de onları bir güzel eleştirelim” diye beklerdik. Böylece hem biraz hırsımızı alır, hem de iç kamu oyunu yönlendirmeye çalışırdık. Eğer ciddiysek eleştirilerimizde, dosya yapın, götürün bakalım Avrupa Konseyi'ne, BM İnsan Hakları Konseyi'ne. Özel oturum düzenletip destekleyin Fransız halkını Fransız hükümetine karşı. Biz de ekranlarda seyredelim insan haklarını nasıl gümbür gümbür savunduğunuzu....
Fransa’da halkın sokağa dökülmesi bu ülkenin DNA’sında vardır. Bunu bizim ülkemizde anlamak, anlatmak çok güçtür. Daha beş yıl önce 'kırmızı bereliler' hareketi yaşanmıştı. Bu hareketin ismi de 1675 yılındaki aynı isimli hareketten geliyordu. Fransa 1358 yılında da Jacquerie köylü hareketinden geçmişti. Fransa hemen her sosyal protesto hareketinden sonra ileri gitmiştir, çünkü gereken derslere çıkarmayı bilmiştir. Dünyayı değiştiren 1789 devrimi bu ülkede oldu. 19. yüzyılda neler oldu, neler...
Yakın tarihe gelirsek, dünyayı sarsan 1968 hareketinin merkezi de Fransa’dır. 1984’de belki bir milyondan fazla kişi eğitim reformunu (!) protesto etmek için gösteri yapmıştır. 1995 yılında Jacques Chirac’ın emekliler reformunu (!) da sokakta durdurdu Fransız halkı. Liste çok uzun, çünkü o ülkede demokrasi seçimlerde oy kullanmaktan ibaret değil. Vatandaş, baktı hükümet vaatlerini tutmakta gecikti ya da 'yamuk' yaptı, önce sesini yükseltiyor, canına tak dediği zaman da dökülüyor sokağa... Elbette, artık şiddet bir yöntem olarak görülemez. Eylemlerin barışçıl olması, hem kamu düzeni ve yasalar, hem de başarılı olması, destek bulması bakımından da gerekli.
Her sosyal protesto hareketinin özgül yönleri var elbette. 'Sarı yelekliler' hareketinin belki de en ilginç ve ayırıcı yönü, işçilerin, öğrencilerin, göçmen kökenli azınlıkların, siyasal partilerin, sendikaların değil, orta direk diyebileceğimiz sıradan vatandaşların sokağa dökülmeleri. Çoğunluk barışçıl idi. Ancak bazı doyumsuz genç gruplarının, şiddeti siyasi bir araç görmeyi sürdüren aşırı sol fraksiyon mensuplarının, birtakım aşırı sağcıların yak-yık hareketlerine girişmesi harekete gölge düşürür gibi oldu. Hükümet bunu hareketin tümünü dizginleyebilmek için kullanmaya çalıştı, ama sarı yeleklilerin büyük çoğunluğu şiddetsiz eylemlerini sürdürmeyi becerdiler. (Bizim mevzuatımızda şiddetsiz eylem suç mudur, değil midir? Alın size bir karşılaştırma konusu...)
Küreselleşme sürecinin Batı Avrupa’da bir kaybedeni de orta halli vatandaşlar. Sanki Marx’ın öngörüsünü doğrularcasına, küresel finans kapitalizmi semirdikçe orta sınıf aşağı doğru itiliyor. Fransız halkı bu konuda diğer ülkelerdekinden daha şikayetçi, çünkü alıştıkları sosyal devlet düzeninin tehdit altında olduğunu görüyorlar. Ortada başka seçenek kalmadığı için Macron’u derde belki deva diye seçtiler. Ne ki, Macron sıkı küreselci çıktı. Üstelik halka üstten bakan bir profil çizdi. Adı da zenginlerin başkanına çıktı. Araç yakıt vergisi artırmaya kalkışması kadar, işsiz genç bir vatandaşa “Karşı kaldırıma geçsem hemen iş bulurum” mealinde bir lâf etmesi bardağı taşıran damla oldu. (Bazı ülkelerde başkan bu fırçanın üstüne bir de sopa atsa gene kimse aldırmaz.)
Burnu büyük Macron. Uzun süre sokağa dökülen halkı muhatap almadı. Başbakanını araya sokarak krizi yönetmeye çalıştı. Gerçi bu arada araç yakıt vergisi artırmaktan vazgeçmesi en son gösterilere katılımın düşmesine neden oldu, ama Macron’un popülaritesine bir katkı yapmadı.
Sonunda Macron konuştu. Olimpos’tan aşağı bakan bir ilah edasıyla “ulusa seslendi”. Boyun bağı yamuktu. Beyaz gömleğiyle ceketi düzgün durmuyordu. Bir müsamere başkanı gibiydi, bence. Biraz mea culpa yaptı. Biraz pardon dedi. Halkın gelirini azıcık artıracak üç önlem ilan etti. Halkın yakındığı bütün konularda ulusal tartışma başlatacağını söyledi. Bence boyunda büyük lâflar etti. “Yılbaşı geliyor. Cebinize biraz bayram harçlığı koyayım da susun. Sonrasını yılbaşından sonra konuşuruz” diyen çakma bir Noel Baba pozundaydı, bana kalırsa.
Macron’un biraz alttan alıcı tavra geçmesi, açıkladığı önlemler hareketi biraz dindirir mi? Belki. Gel gelelim, bazı kesimler “Bu adam bizi kafaya alıyor” diye daha da öfkelendiler. Önümüzdeki günlerde görürüz Macron’a halkın yanıtı. “Hiç yoktan iyidir. Bu başlangıç. Arkası gelir” mi diyecekler, yoksa....
Asıl görülmesi gereken Fransa’daki sorunun derin olduğu. Küreselleşmenin ve AB’nin gerektirdikleriyle Fransa’nın sosyal devlet gelenekleri arasında bir türlü denge bulunamıyor. Ah, şu halk biraz sussa devlet böyyükleri meseleleri halledecekler ama... Şu Fransız halkı susmayı, itaat ve biat etmeyi bir türlü öğrenemedi vesselâm....