Oğuz Demiralp

06 Ocak 2020

İran ve büyüyen karabasan

İran herhalde klasik anlamda bir savaş açmayacaktır ABD’ye karşı. Bunu yaparsa kaybeceğini bilmektedir

Dünyayı sarsan bir devrimle kurulduğundan beri İran rejiminin dış ilişkilerdeki en önemli stratejik hedeflerinden biri Irak, Suriye ve Lübnan’daki Şiileri kontrol ya da en azından etki altına alarak Akdeniz’e kadar uzanan bir Şii koridoru oluşturmaktadır. Rejim içinde bunu bir dış politika hedefinin ötesinde bir dinsel misyon olarak görenler de çoktur. İran bu hedefe doğru epey yol almıştır. Ne ki, kendi dış politika başarılarından çok, Batı’nın, ABD’nin, İsrail’in yanlış politikaları sayesinde mesafe kazanmıştır. İsrail’in saldırgan politikaları Lübnan’da Hizbullahı güçlendirmiştir. ABD’nin Irak’ta Saddam’ı devirmekle yetinmeyip bütün devlet yapısını, görece laik düzeni yıkması ve ülkeyi işgal etmesi herkesten çok İran’ın işine yaramıştır. Suriye’de Esad karşı kesimin (biz dahil) birinci Cenevre Konferansı'ndan sonra diplomatik çözüm yerine askeri çözüme yönelmesini de İran kendi açısından iyi değerlendirmiştir.

İran’ın kendi sınırından Akdeniz’e kadar uzanan bölgedeki bu stratejisinin son dönemdeki en önemli uygulayıcısı Kasım Süleymani olmuştur. Nitekim, Süleymani çok az sayıdaki basın söyleşilerinden birinde, andığımız bölgede 'İslami direniş'in güçlendiğini övünerek dile getirir. Ona göre, ABD’nin yönettiği emperyalist sistemi bölgeden söküp atmak ve İsrail devletini ortadan kaldırmak dinsel bir görevdir. Bu amaçla, ABD, İsrail ve onların bütün uzantılarının gerek cepheden, gerekse asimetrik savaş yöntemleriyle hedef alınmasını meşru görür. Operasyon yaptığı ülkelerde davetli olarak bulunuyorsa bu güzel bir meşruiyet kılıfı olur. Ancak meşruiyetinin asıl kaynağı mutlak saydığı kendi din anlayışıdır. Söylediklerine ve icraatına bakılırsa, Süleymani, İran’a egemen caferi anlayışın en katı ve arı temsilcilerinden biridir. Görevini dinsel bir heyecanın yanısıra büyük bir beceriyle yerine getiren inançlı bir asker olmuştur. "Cenneti, güzel bahçelerin, berrak nehirlerin, hurilerin olduğu yer diye anlatıyorlar. Benim bildiğim bir cennet daha var. O da savaş meydanıdır, cephedir" mealindeki sözleri Süleymani’nin hangi zihniyet ve ruh haliyle görevini yaptığını yeterince ortaya koymaktadır.

Süleymani ülkesinin sadece sınırlarını klasik anlamda savunmak için değil, ideolojisini ve nüfuzunu yaymak için savaşmıştır. Bu tür insanları genellikle halklar severler. Süleymani de İran’da bir kahraman olarak görülegelmiştir. Karizmatik kişiliği ve siyasi zekâsının onu ülke içinde de etkili hale getirdiği anlaşılmaktadır. Nitekim, protesto hareketlerine karşı yumuşak davranan eski Cumhurbaşkanı Hatemi’ye bizim jargonumuzla bir muhtıra çaktığını okumuştum bir yerde.

ABD’nin böyle bir şahsiyeti hedef alması Orta Doğu’daki düşük dereceli savaş ortamında maalesef doğaldır. Ancak, Süleymani’nin öldürülmesini "Su testisi su yolunda kırılır" diyerek değerlendirmek yüzeysel bir yaklaşım olur. Çünkü ABD gene sonuçları belirsiz bir halt etmiştir.

Süleymani savaşırken ölmemiştir. Suikast kurbanı olmuştur. Uluslararası hukuk açısından olay bir keyfi ya da yargısız infaz özellikle taşımaktadır. Nitekim, BM ‘in Kaşıkçı olayını da araştırmış olan bu konudaki Özel Raportörü hemen gerekli tepkiyi göstermiştir. Bu konuyu da araştırmasına olanak sağlanması gerekir, eğer bir hukuk düzeni varsa bu insafsız dünyada.

Hukuk düzeni işlemeyeceğine göre, ABD gibi İran da kendi adaletini uygulamaya yönelecektir. İran’a göre Süleymani şehittir. Şiilikte şehitlik statüsü Sünnilik'te olduğundan çok daha önemlidir. Her şehit Kerbela şehidi Hz. Hüseyin ile özdeşlenir. Katoliklerdeki Çarmıha gerilmiş İsa figürü gibidir Şiilik'teki şehit figürü. Kitleleri çekici, birleştirici etki yapar. Nitekim, gördüğümüz gibi, İran ilk aşamada Süleymani’nin şehitliği üzerinden rejime halk desteğini berkitme, diğer ülkelerdeki şiileri de etkilemeye çalışacaktır. Tabanı güçlendirdikten sonra her türlü muhalefete karşı daha sert olacaktır. Artık, belirsiz bir süre, ne İran’da ne de Irak’ta muhalif hareketler görebileceğiz.

Bu durum, Irak’ta şii üstünlüğünün ve ayrıca İran nüfuzunun artmasına yol açabilir. Irak Sünnileri, hatta Kürtler için daha zor bir dönem başlayabilir. ABD bu hareketiyle Irak’ın geleceğini daha da belirsiz kılmıştır. Irak’taki Şii lider Sistani’nin nasıl bir yol izleyeceği bence önemli olacaktır. Bütün aktörlerle temas halinde Irak’ın bütünlüğü için çaba göstermeliyiz.

Lübnan da bu gelişmelerin olumsuz yansımalarını görecektir. Lübnan’daki yeni düzen arayışları zora girecektir.

İran’ın Suriye’deki etkisinin bu olay yüzünden zayıflayacağını da beklememek gerekir.

İran herhalde klasik anlamda bir savaş açmayacaktır ABD’ye karşı. Bunu yaparsa kaybeceğini bilmektedir. Ancak asimetrik savaş yollarına başvurması beklenmelidir. İran konuk bir büyükelçiliği basarak 52 konuk diplomatı rehin almış ve bunu "İkinci Devrim" diye meşrulaştırabilmiş bir ülkedir. Ne yapacakları belli olmaz. Trump o günleri unutmamış ki, İran’da 52 hedef belirlediklerini söylüyor. Ciddi bir tırmanmanın eşiğindeyiz. "İntikamını" nasıl alacağına bağlı olarak, İran bu krizden güçlenerek de çıkabilir.

Bizim bu çatışmaya taraf olmamıza hiç gerek yoktur. Tersine, yatıştırıcı rol oynamaya çalışmalıyız. Yandaş medyadaki bazı değerlendirmeleri endişeyle gördüm. Şiiliğe karşı çevrelerin duygularını biliyoruz. Umarım, birileri çıkıp bizi Yavuz Sultan Selimcilik oynamaya itmez.

Başka bir açıdan, güçler mücadelesi açısından bakıldığında bu olay, ABD’nun güçlülüğünü teyit etmiştir. Trump süreci kontrol edebilirse bunu iç politikada pek güzel kullanır. Görevden alınma süreci falan filan olur. Bu olay ve sonrasında üç bin ABD askerinin bölgeye sevki Trump’un bölgeden askerleri çekme vaadiyle çelişkili görünmektedir. Ancak, Trump bu çelişkiyi "geçicidir" diye açıklayabilir. Bununla birlikte, ABD’nin bölgedeki askerlerini çekmesiyle bölgeden çekilmesi aynı şey değildir. Birlik konuşlandırmadan uzaktan savaş yapılan bir döneme girdik. ABD’nin asıl rakip olarak gördüğü ülke Çin’dir. Biliyoruz ki, Çin petrol alımını büyük ölçüde Orta Doğu’dan yapmaktadır. ABD en büyük rakibinin enerji kaynağının başından niye çekilsin?  Bence bu olay ABD’nin bölgede gerekmedikçe fazla asker bulundurmadan kalıcı olacağını, yeni bir "Ortadoğu'da mevcudiyet stratejisi" geliştirdiğini bize anımsatmaktadır.