Oğuz Demiralp

10 Temmuz 2017

İnsan hakları, hukuk devleti, demokrasi ve adalet

Resim böyleyken, demokrasiden sürekli söz edip, insan hakları ve hukuk devleti kavramlarını ikinci plana atmak doğru değildir

İnsan hakları, hukuk devleti, demokrasi biribirinden ayrılmaz üç kavramdır. Aynı hizada yazılıp, algılanmaları, uygulanmaları gerekir. İlle de öncelik sıralaması yapmak isterseniz, insan hakları önce gelir. Hukuk devleti ve demokrasi kavramları sırayla onu izler.

Ülküsel bir dünya, her insan tekinin, özerk birey olarak, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'nde yer alan hak ve özgürlükleri yaşayarak, gene bir insan hakları deyimiyle, mutluluğunu arayabildiği dünyadır. İnsan haklarının gerçekleştirilmesi ancak hukuk devleti yoluyla olur. Bu da ancak demokratik düzen içinde olanaklıdır. Dolayısıyla demokrasi, insan hakları ve hukuk devletinin çerçevesidir. Bir ülkede adalet ancak bu üç kavramın hakkıyla uygulanması sayesinde gerçekleşebilir. Modern dünyada adaletli bir düzen kurmanın başka yolu yoktur.

Kabaca resim böyleyken, demokrasiden sürekli söz edip, insan hakları ve hukuk devleti kavramlarını ikinci plana atmak doğru değildir. Çoğunluğun oyunu alarak iktidar olmak istediğini yapmak hakkını vermez. Demokrasi, otoriter rejim kurmak için halktan vize almak değildir. Eğer amaç adalet ise sistem, insan hakları ve hukuk devleti kavramlarını da uygulamak zorundadır. Çoğunluk istiyor bahanesiyle insan haklarının ihlâl edilmesi adalet düzeninin bozulması olur. Hukuk devleti aygıtları siyasal iktidara ayak uydurduğu ölçüde adalet aşınır. Kısacası, demokrasiden söz edip, insan hakları ve hukuk devletini es geçmek demokrasinin içinin boşaltılması sonucunu verir. Böyle bir düzende adaletten söz etmek olanaklı değildir. Adalet mülkün temeli olmayınca da insanın mutluluğunu arayabileceği zemin ortadan kalkmış demektir.

Aslında hepimizin bildiği şeyleri iki olay nedeniyle yeniden vurguladık.

Birincisi, Kılıçdaroğlu’nun büyük yürüyüşü. Adalet kavramını etraflıca düşünmemizi zorunlu kılan bir eylem. Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü görünüşde bitse de, içerdiği tepki adalet mülkün temeli oluncaya kadar barışçıl bir şekilde sürmelidir. Kılıçdaroğlu’nun Maltepe konuşmasında verdiği işaret bu yöndedir. Umarız, iktidar kesimi ana muhalefet liderinin yürüyüşünden ülkenin hayrına olacak dersleri çıkarır. Yoksa işler daha karışacaktır.

İkinci olay, Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye ile üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını tavsiye kararıdır. Hiç kimse daha farklı bir karar beklemiyordu. İktidar da, muhalefet de, beklenen tepkileri verdiler. İktidar kararı tanımadığını söylüyor ama önem vermiyorsa kendi geleceği açısından büyük hata yapıyor. Avrupa konseyi Parlamenterler Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’yi denetleme kararı almasından sonra AP’nin kararı, gösterdiğimiz siyasi tepkiler bir yana, özeleştiri yapmamızı  gerektiriyor. Ne var ki, bunu yapabilmek için  önce, sürekli baktığmız dev aynalarını kırmak cesaretini göstermek gerekecektir.

AP’nin kararına gösterilen tepkilerin bir yönü dikkatimi çekti. Kararın temel gerekçesi, Türkiye’nin demokrasi, insan hakları, hukuk devleti  alanında Kopenhag kriterlerine uygun davranmıyor olması. Kimse kalkıp, “Biz insan hakları, hukuk devleti bakımından eksiksiz bir ülkeyiz. Böyle bir karar alamazsınız.” demedi. Aslında biz kendimizi biliyoruz.

Bundan sonra Avrupa bizden AB ve Avrupa Konseyi normlarına uygun adımlar atmamızı bekleyecek. Atacak mıyız bilmiyorum ama şunu iyi biliyorum: eğer insan hakları, hukuk devleti, demokrasi bakımından gerekeni yapmış olsaydık ne Kılıçdaroğlu’nun yürümesine ihtiyaç duyulur, ne de Avrupa’dan bu tür kararlar çıkardı.