Oğuz Demiralp

26 Aralık 2018

İfade özgürlüğü ve hoşgörü

Demokrasi, seçimi kazananın ne isterse yapması özgürlüğü değildir

Geçenlerde Necip Fazıl’ın kaç kez hapse atıldığını anımsadık. Bu yüzden mağdur olduğunu, çile çektiğini, haksızlığa uğradığını anımsadık.

Evet, Necip Fazıl’ın dokuz değil bir kez bile içeri atılması yanlıştı. Demokratik bir ülkede insanlar düşünceleri, ifadeleri, barışçıl siyasal eylemleri yüzünden korkutulmaz, takibata uğramaz, içeri atılmaz. Demokratik bir ülkede vatandaşlar kendilerine iktidara beğendirmeye çalışmazlar. İktidarı beğenmiyorlarsa tavırlarını korkmadan ortaya koyarlar. Eğer ülkemiz gerçekten demokratik olsaydı, Necip Fazıl’ın başına şimdi kınadığımız işler gelmezdi.

Necip Fazıl’ın anılması dolayısıyla anı değil, gerçek ve güncel olan gelişmeleri objektif açıdan değerlendirmemiz gerekir.

İçerde onca kişi varken, Emin Çölaşan, Ahmet Sever derken, iş Metin Akpınar’a, Müjdat Gezen’e uzandı. Bunlar çok can sıkıcı, iç karartıcı gelişmeler. Türkiye’nin ifade özgürlüğü alanındaki altın kuralı, Anayasamıza göre Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatıdır. Konuyla ilgilenen herkes tekrar tekrar söylüyor, hepimiz de biliyoruz. Bütün bu davalar, hukuki süreçler, o altın kurala aykırıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin sırası gelince bütün bu davalarda ihlal kararı vereceği bellidir. Bile bile yapıyoruz.

Necip Fazıl’ı ve o dönemlerin muhaliflerini ya içeri atıyor ya da içeri atmakla göz korkutuyorlardı. Şimdi de muhaliflere aynı şey yapılmıyor mu? Anlaşılan, içeri atılanlar ve gözü korkutulanlar değişiyor, ama içeri atma ve göz korkutma tavrı değişmiyor, belki de güçleniyor.

Aydınları, sanatçıları, yazarları ‘bizimkiler / sizinkiler’ diye ayırmak yanlıştır. Görüşleri ne olursa olsun, onlar, demokratik bir toplumun ifade özgürlüğünden beslenen, ifade özgürlüğü alanında üreten kişilerdir. Topluma katkıyı ifade özgürlüğü yoluyla sağlarlar. O katkıdan yoksun toplumlar yeterince gelişemezler.

‘Bizimkiler’e kötü şeyler yapılınca kin tutmak, iktidara gelince de ‘sizinkiler’e aynı şeyleri yapmak insan ruhunun aşmamız gereken bazı duygularını tatmin etmeye yarayabilir, ancak demokrasiyi ve insan haklarını yaralar.

Demokrasi, seçimi kazananın ne isterse yapması özgürlüğü değildir. Demokrasi insan haklarının olmazsa olmaz çerçevesidir. İçi ne kadar dolu olursa çerçeve de o kadar değer kazanır.

Demokrasinin değeri hem ‘bizimkilerin’ hem de ‘sizinkilerin’ ifade özgürlüğüne sahip çıkabilmekle ölçülür. Bunu yapabilmek de, insanda kuruyu kuruya bir insan hakları kuralı uygulabilmenin ötesinde içsel bir gelişim gerektirir. Kin, hınç, intikam, garez gibi eğilimlere tam ters yönde bir yönelimin: hoşgörünün üstün gelmesini gerektirir.

Eğer hoşgörü orta direk değer olmazsa ifade özgürlüğü de olmaz. Açılan yaralar, çeşitli kesimler arasındaki yarıklar kapanmaz. Kin, hınç duyguları kuşaktan kuşaktan aktarılır, o toplumda gerçek barış, barışma olmaz. Demokrasi de gelişmez.

Yeni bir yıla hazırlanıyoruz, ama eski yıllardan ders almazsak gelen yıla yeni demenin anlamı kalmaz.

D. W. Griffith’in Hoşgörsüzlük filmini ‘bizimkilerin de, sizinkilerin de’ seyretmesinin hiç bir işe yaramayacağı günlere gelmediğimizi umalım.