Dünya fokur fokur kaynamaya devam ediyor. Trump amca kazanın altındaki ateşi kısacağına açıyor. Rus ve Çinli orundaşları da, güya çaktırmıyorlar ama ondan aşağı kalmıyorlar.
Moskova’daki protestolara bakın. Bir anne baba, gösteriye bir yaşındaki çocuklarıyla katıldılar diye ebeveyinlik haklarının ellerinden alınması tehdidiyle karşı karşıya kalmış. Türkçede zaman zaman işittiğimiz öğüt niteliğinde deyişler vardır: ‘sus, otur oturduğun yerde, karışma, dünyayı düzeltmek sana mı kaldı, başını belaya sokma’. Bu öğütlere kulak verirseniz, ömür boyu rahat edersiniz.
Hong Kong Çincesinde benzer deyişler var mı bilmiyorum, varsa bile bazı çevrelerin, özellikle genç grupların bu tür öğütlere kulak asmadıkları anlaşılıyor. Hong Kong kapitalizmin bir kulesi. Siyasal açıdan parçası olduğu Çin de kapitalizmin yeni devi. Kapitalist sistem içi olağan ekonomik çıkar çatışmaları bir yana, insanı rahat ettirecek bir refah düzeyi sağlanması açısından Çin ile tedrici bütünleşme sürecinin büyük sorunlar doğurmaması gerekiyor.
Ancak, okuduğumuz haberler doğruysa, Hong Kong’da bazı kesimler sadece rahat değil, aynı zamanda serbest yaşamak istiyorlar. Fikirlerini korkmadan ifade etmek, örgütlenmek, toplantı yapmak, yönetimi beğenmezlerse protesto etmek, kişisel özgürlük istiyorlar. Görünen şey, Hong Kong’da iki yaşam tarzı arasında mücadele olduğudur. Bir yanda Çin’den gelen buyurgan sistem, öbür yanda Hong Kong’da alışılmış iyi kötü serbest sistem.
Serbest sistem deyince elbette insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti ilkelerini ölçü almak gerek. Bunlar evrensel ilkelerdir. Gel gelelim, Rusya, Çin gibi bazılarının bayıldıkları ülkelerde bunlar Batının değerleri olarak görülür. ‘Bize uymaz’ derler, zoraki ve yüzeysel bir uygulamayla yetinirler.
Siyasi ve askeri örgütler bakımından ait olmakla birlikte bir türlü beğenemediğimiz batıyla Avrasya dediğimiz ütopya (!) arasındaki asıl fark da buradadır. İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti, bütün çelişkilere, çifte standartlara ve popülizm tehdidine, işlerin iyi gitmemesine rağmen, dünyada hâlâ en az kötü şekilde Batı dediğimiz, aslında sayısı yirmiyi geçmeyen ülkede uygulanmaktadır. Batı deneyimi hem rahat hem de serbest yaşamanın, özgür birey olarak hayatın tadını çıkarmanın yolunun insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti üçgeninden geçtiğini göstermektedir.
Bu üçgen Hong Kong’da işlemez hale gelirse, dünya açısından kötü bir emsal oluşacaktır. Belki kapitalizm insanı rahat ettirici bir maddiyat sistemi olarak gelişmesini sürdürecektir, ama özgür insan hayali büyük yara alacaktır. Maneviyat yara alacaktır, çünkü insan hakları, demokrasi ve hukuk devleti somut maneviyat alanıdır.
Umarız, işler çığırından çıkmadan yoluna girer, ama Hong Kong deyince kafiye üzerinden King Kong geldi aklıma. Bana göre King Kong doğanın insana isyanıdır. Sonunda yenik düşer. (Dolayısıyla Kaz dağlarına gelemiyor). Öte yandan, insanın, bütün kusurlarına rağmen, insan hakları gibi geliştirdiği önemli değerler var. Bunları savunan, daha da geliştirmek isteyenler kesimler de var, çok şükür. Aslında hem rahat hem de serbest yaşamak istemeyi kim istemez? İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devletine tehdit insanın şimdiye kadar sağlamış olduğu manevi ilerlemeyi de tehdittir. Çevreye tehditi bu çerçevede vurgulamak gerekir. Umarız, bu kez de, tarihin başlangıcından beri geliştirilmiş manevi değerleri savunmak için bir King Kong’a ihtiyaç duyulmaz, insan doğayı tahrip ettiği gibi kendi değerlerini de daha fazla tahrip etmez. Peki, King Kong kaçınılmaz olarak yeniden zuhur ederse ne olur? Yanıtı bu gidişle ne yazık ki belli...