Oğuz Demiralp

16 Haziran 2019

Güçlü demokrasi olsa

Demokratik kurumlarımız tam olarak işlese S – 400 konusunda da başka türlü bir tabloya bakar olurduk

Mehmet Y. Yılmaz’ın Binali Bey Sırrını ver, Oyumu Al!  başlıklı yazısını sadece İstanbul’da oy verecek olanların değil, herkesin okumasını salık veririm. Binali Bey’in çocuklarının “17 şirketi, 28 gemisi, iki adet de süper yatı var”mış. Nasıl oluşmuş bu zenginlik? Sade bir vatandaş olarak merak ediyorum.

Demokrasinin gelişmiş olduğu ülkelerde önemli görevlere aday olanlar hakkında vatandaşa geniş bilgi verilir. Örneğin  kişisel servetleri, ailesinin varı yoğu, bütün bunların nasıl edinildiği resmen açıklanır. Aday yalan beyan yaparsa, vay haline! Basın, meraklı vatandaşlar, sivil toplum kuruluşları, siyasal rakipler yalanı ortaya çıkarırlar. İnsanların rahatça konuşup tartışabildiği, saklayacak şeylerinin asgariye indiği, siyasetçilerin hesap verme zorunda tutulduğu sistemlerde olur bu güzel şeyler....

Ya bizde!  Karşılaştırma yapınca insanın fena halde canı sıkılıyor.

İmamoğlu -  Yıldırım tartışmasını izleyecek ülkemiz. Umarım, sanki 31 Mart seçimlerini unuturmuşuz, sanki o seçimler ve sonuçları meşru değilmiş gibi bir algı operasyonunun kurbanı olmuyoruzdur. Bu tartışma demokrasi örneği olarak gösteriliyor. (Oysa seçimin yenilenmesi hukuksuzluk örneği. Bu kez hukuksuzluktan demokrasi doğar, umarım.) Güzel! Bu bağlamda, bakalım, iki politikacıya kendilerinin ve yakınlarının servetleri, bu servetlerini nasıl edindikleri sorulacak mı? Yoksa bu konu kibarca pas mı geçilecek? Oysa bir politikacıyı tanımak için can alıcı soru budur.

Demokratik kurumlarımız tam olarak işlese S – 400 konusunda da başka türlü bir tabloya bakar olurduk. Örneğin, parlamentoda savunma komisyonu hava kuvvetleri komutanını çağırırdı. Türkiye’nin hava savunma durum ve gereksinimleri hakkında büyük bölümü kamuya açık oturumlar düzenlerdi. Sonunda kamuya açık bir rapor hazırlanıp yönetime gönderilirdi. Yasama ile yürütme arasında varılacak dengeden sonra neyse gerekli mevzuat, o çıkarıldı.

Bizde her şey bir sis perdesinin arkasında cereyan ediyor. Sade vatandaş olarak anladığımız kadarıyla, Türkiye’nin hem uçağa hem de füzeye ihtiyacı var. Uçağı ABD’den, füzeyi de Rusya’dan almak istiyor.O füzelerin o uçakları vurmak için geliştirildiğini söyleyenler de var. Bir NATO ülkesi açısından çelişik bir denklem bu.  ABD razı edilmedikçe gerçekleşmesi zor görünüyor. Savunma gereksinimlerimiz açısından, uçak mı öncelikli, yoksa füze mi? Onu da bilmiyoruz. Füzeler nereye, kime karşı konuşlandırılacak? Rusya o füzelerin Suriye, İran, Irak’a karşı konuşlandırılmasını kabul eder mi ? Bilmiyoruz. Hiç değilse, öncelikli hangisiyse onun üzerinde yoğunlaşsaydık. Bilemiyoruz, bizi yönetenlerin akılları nasıl işliyor. Kim bilir, bakarsınız, ABD uçaklarıyla Rus füzelerini yan yana getirir, kültürel alanda hâlâ başaramadığımız Doğu - Batı sentezini  askeri güvenlik alanında gerçekleştirmiş oluruz. Şahane olur!

Demokrasi deyince, gene güncel bir konuya değinmeden geçemeyeceğim. Şu Çernobil meselesi. TV dizisi nedeniyle bu felâketi anımsadık. Bizim ne kadar güçlü olduğunu her vesileyle gördüğümüz  müthiş belleğimiz unutabilir, ama gövdelerimiz ve doğa unutmuyor. Bunu da anımsayalım. Çernobil Rus teknolojisinin ürünü. Ben o teknolojiye güvenmiyorum.  Kiştim felaketi de bu teknolojisinin eseriydi. Ermenistan’daki Metzamor santrali dünyanın en tehlikeli santrallarından biri diye biliniyor. Biz bu Rus Teknolojisine, cennet vatanımızın doğasını da tahrip ettirerek nükleer santral yaptırıyoruz. Nükleer santrallara zaten karşıyım, Ruslarınkine hepten karşıyım. Geniş demokratik ortamda yürüseydi bu dosya, bugün başka bir noktada olabilirdik.

Gelişmiş demokrasilerde bütün konular, politikacıların bütün özellikleri kamu oyunda açıkça ayrıntılı tartışılır. Bunları tartışmayan toplumlar da kaderlerine razı olur.