BM Genel Kurulu’nda iki gün önce Gazze olaylarıyla ilgili önemli bir karar kabul edildi. Karar Genel Kurul’un olağanüstü toplantısında alındı. Toplantının düzenlenmesine ve karara gene Türkiye (İslam İşbirliği Teşkilatı Zirve Dönem Başkanı olarak) ve Arap Ligi Dönem Başkanı olarak Cezayir öncülük etti. Gene özel bir prosedür sonucu kabul edilen, dolayısıyla belli bir ağırlığı olan kararın ciddi bir oy farkıyla kabul edilmesi bence güzel bir diplomatik başarı oldu.
Kararın önemli bir yönü ihtilafın tarafları arasında belirli bir denge arayışını yansıtmasıdır. Üstü kapalı olarak Hamas’ın dikkati çekiliyor, ayrıca Gaza’dan İsrail’e roket atılmasına karşı çıkılıyor. ABD’nın kararda Hamas’ın kınanmasına yönelik değişiklik önerisine de 62 ülke evet oyu vermiş, hayır diyenler daha az, ancak üçte iki çoğunluk sağlanamadığı için bu öneri kabul edilmemiş. Bütün bunları Hamas’ın ciddi bir uyarı olarak görmesi beklenir. Daha önce, bir söyleşide ifade ettiğim gibi, Hamas bir melekler cemiyeti değildir.
Ancak, Hamas ne yaparsa yapsın, İsrail buna karşı orantısız güç kullanımında o kadar ileri gidiyor ki, son olaylarda olduğu gibi şiddet canavarca boyutlara kolayca ulaşabiliyor. İsrail bu orantısız güç kullanımı alışkanlığından vazgeçebileceğine dair hiç bir umut da vermiyor. Dolayısıyla birincil sorun İsrail’in orantısız güç kullanımı ve buna karşı Filistinlilerin nasıl korunabileceği oluyor.
Karar bu bakımdan özel bir taşıyor. BM Genel Sekreteri’nin hazırlaması öngörülen raporda, Filistin halkını korumak için uluslararası bir koruma mekanizması kurulmasına dair tavsiyeler yapılması da isteniyor. Kısa bir süre önce Filistin, Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurmuştu. Bu adımdan sonra, uluslararası koruma mekanizması fikrinin bir BM kararına böyle girmesi ikinci önemli adım oldu.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Filistin konusu uluslararası camiayı ilgilendiren ve uluslararası planda götürülmesi gereken bir konudur. Türkiye bu bakımdan BM’de ciddi bir çizgi izlemiştir. Bence ikili ilişkileri ayrı tutmak gerekir. Bana sorarsanız, büyükelçilerin karşılıklı olarak görevlerine dönmelerinin bir sakıncası yoktur.
İsrail ile turizm, ticaret ve diğer alanlardaki ilişkilerimizi Filistin konusuna orantısız bir şekilde bağlamayı da doğru bulmuyorum. Bunlar daha çok iç politikada kazanç sağlayacağı düşünülerek gösterilen tepkilerdir. Toplumda ideolojik yönü güçlü dar bir kesimin dışında ciddi bir karşılığı olduğunu da sanmıyorum.
Geçmişteki tecrübelerimizden belli. Bizim hem israil hem de Filistin ile konuşabilmemiz, Hamas üzerinde de etkili olabilmemiz gerekir. İki taraf da bize güvenir, bizi dinlerse, bu tür olayların bir daha çıkmaması için gerekli önleyici diplomasi işini yapabiliriz (Bu, sahada her gün faal olmakla, dolayısıyla tam diplomatik kadrolarla yapılabilecek bir iştir). Filistin’e yardım faaliyetlerimizi de daha rahatça yürütürüz. İsrail de bize tepki olarak Kıbrıslı rumlarla, Yunanistan’la münasebetsiz bağlantılar kurmaya gerek duymaz.
Bakalım seçimlerden sonra dış politikamızın rasyonel boyutu ne kadar güçlenebilecek?
İyi Bayramlar!