Dış politika konularının iç politikada özellikle şov yapmak için kullanılması benim sempatiyle bakmadığım bir edimdir. Gel gelelim, politikacı bu… Kullanabileceği bir şey eline geçtiğinde bırakır mı? Tepe tepe kullanır.
Biz dış politikaya dönelim. Kudüs konusunda ABD’nin izole, Trump’un açıklamasının hukuken izale edilmesi gerektiğini söylemiştik. Bizim söylediğimiz özel bir buluş değil, profesyonel diplomasinin bir gereğidir. Birleşmiş Milletler’de (BM) sürecin bu yönde profesyonelce ilerlediğini memnuniyetle görüyorum. BM Güvenlik Konseyinin Kudüs ile ilgili oturumunu kısmen izledim. ABD Daimi Temsilcisinin konuşmasının dinledim. İzole edilip veto hakkını kullanmaya zorlanmaktan hiç hoşlanmadığı belliydi. Dişi bir pars üslubuyla dünyaya meydan okurcasına konuştu. Gerçi yaptığı konuşmada ABD’nin pozisyonu biraz gerilemişti ama Mısır’ın sunduğu karar tasarısını bir küfür olarak gördüklerini ve unutmayacaklarını söyleyerek pençelerini gösterdi. Kimseyi korkutabildi mi? BM Genel Kurulunda göreceğiz.
BM Güvenlik Konseyi'ndeki bu görüşmeden sonra Kudüs karar tasarısı BM Genel Kurulu’na, İslam İşbirliği Teşkilati (İİT) Dönem Başkanı olarak Türkiye ile Arap Grubu Dönem Başkanı Yemen tarafından sunuldu. Üstelik, BM Genel Kurulu kararını bağlayıcı hale getirecek ve pek az kullanılmış bir yöntemle… (Bu yöntemin, koşulların uygun olduğu bir dönemde Suriye konusunda da kullanılmasını arzu etmiştik ama olmamıştı.) Profesyonel açıdan bakıldığında izlenen bu yolun doğru yol olduğunu düşünüyorum. Sonra ne olur? Göreceğiz.
BM’in 1988 Aralık ayındaki tarihi Filistin oturumu bu vesileyle aklıma geldi. O toplantıdaki ABD Daimi Temsilcisi halim selim bir adamdı. İzole edilmekten çok sıkılmıştı. İri yarı gövdesinin boyutları izin verseydi, nerdeyse masanın altına saklanacak gibiydi. Bu kez önündeki dosyayı nasıl çözümleyeceğinden çok, yükselmek için o dosyayı nasıl kullanabileceğini düşünen hırslı bir büyükelçi var masada. Diplomasi yapmaya çalışan bir politikacı. Bakalım, nasıl bir sonuç alabilecek?
BM Genel Kurulu’nda istenilen karar çıkarsa bu bizim öncülüğümüzde yapılmış ve çok önemli bir diplomatik başarı elde edilmiş olacak. Bunun iç politikaya yansı(tıl)malarını gene bir kenara bırakalım. Konuya dönelim.
Trump’un meseleyi bu hale getirmiş olması onun yeni bir enayiliği. Netanyahu’nun da akılsızlığı. İsrailli politikacının BM Genel Kurul kararını takmaz bir havaya girmesi muhtemel. Ancak için için bir yenilgi havası yaşayacaktır. 1988 BM kararı Filistin’e önemli bir mesafe almasını sağlamıştı. Bu kez de kararın Filistin’e hem hukuki ve siyasi bir kazanç getireceğini, hem de moral vereceğini şimdiden söyleyebiliriz. Çoktandır ilk kez İİT ülkeleri de bir konu üzerinde bütünleşmiş olacaklar. Bu da önemsiz değil. Filistin davası uzun bir uğraştır.
Trump ve takımının bunları görememesi beklenir de, Netanyahu’nun, İsrail’in Körfez ülkeleriyle yakınlaştığı bir sırada ortamı, Kudüs nedeniyle, bu kadar kendi aleyhine germek yerine daha akıllı davranması gerekmez miydi? Bu soruya bir yanıt verelim.
Bu tür müzakereler erk paylaşımı (power sharing) için al ver yapılmasıdır. Ancak taraflardan biri kendine özgü nedenlerle elini daha kuvvetli görür, zamanın lehine çalışacağını düşünür ve erk paylaşımına yanaşmazsa işler sarpa sarar. Ne yazık ki, Kıbrıslı Rumlar gibi (1988 toplantısı sırasında Arafat’ın KKTC Dışişleri Bakanı ile görüşmesini anımsadım) İsrailli tutucular da özellikle Kudüs konusunda “Hepsi bana! Hepsi bana!” diyorlar… Kudüs’ün tümünün resmen sahibi olmadan bu işi bırakmak istemiyorlar. Makul çözüm, mutabakat değil, tek taraflı üstünlük, dinselci rüyalar peşindeler. O zaman sorun büyüdükçe büyüyor. Biraz akıl! Biraz akıl! Barış için her şeyden önce biraz akıl gerek. BM’den çıkması beklenen kararın Filistin sorununa çözüm arayışlarına hiç değilse bu açıdan katkı yapmasını dileriz.