Sayın Dışişleri Bakanımız 20 Mayıs günü ABD’li orundaşıyla görüştü, Daha sonra Ankara’da AB Komisyo’nun Dış İlişkiler ve Genişleme Komiserleriyle toplantı yaptı. Bu temasların iyi geçmiş olmasını ve olumlu sonuçlar vermesini temenni ederiz. Görüşmeler hakkında haliyle bilgimiz yok. Basın açıklamalarına ve haberlerine bakıyoruz ancak.
Bilmem ABD Dışişleri Bakanlığı’nın andığımız görüşmeyle ilgili açıklamasını okudunuz mu? Bu açıklamaya göre, iki bakan ikili ilişkilerdeki son gelişmelerin önemini tartışmışlar. Bu çok yuvarlak bir ifade, iki tarafa da çekilebilir. Ayrıca, Suriye konusunda bir yandan çatışmayı azaltmak için beraber çalışmaya, öbür yandan BM sürecini güçlendirmeye karar vermişler. Buradan anlaşılan, ABD, Astana’ya değil, BM sürecini öncelik veriyor, yani bize çok kibarca ve dolaylıca bir “dikkatli ol” mesajı iletiyor.
Açıklamasının en önemli unsuru şu:
“Sekreter (yani ABD’li bakan), NASA Bilimcisi Serkan Gölge dahil olmak üzere ABD vatandaşlarının ve yerel personelin devam eden haksız tutukluluk haline ilişkin kaygılarını yeniden beyan etti.”
Bu cümle açıklamanın tam göbeğinde ve merkezi. Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı’nın Türkiye’ye gönderilmesi karşılığında bu kişilerin serbest bırakılması pazarlığı yapılıyor mu, bilmiyoruz. Yapılıyorsa şaşırmayız. Elbette unutmuyoruz: Yargı bağımsızdır. Ancak anlaşılan, Türkiye – ABD ilişkilerinde bundan sonra çözülmesi gereken düğüm budur.
Benzer bir düğüm ya da düğümler Türkiye ile AB ilişkilerinde de görülüyor. Demirtaş olayı yeni ön plana çıktı. Ancak Kavala olayı gittikçe büyüyor anlaşılan. AB diğer malûm davaların da üstünde duruyor. AB’nin bu izleme işinden vazgeçmesini beklemek abes. Bir zamanlar nasıl Leyla Zana ve arkadaşlarının durumuyla ilgili düğümü çözmeden ilişkileri ilerletmek imkansız hale gelmiş idiyse benzer bir durum yakında oluşabilir. AB’de öyle bir hava görüyorum. AB Komisyonu üstünde sivil toplum baskısının arttığı anlaşılıyor. Avrupa Parlamentosu seçimleri de yaklaşıyor. AB ciddi bir çıkış yapmak isteyebilir.
Şu düşünülebilir: O zamanlar iki taraf da ilişkileri ilerletmeye hevesliydi. Şimdiyse ilişkiler havası kaçmış balon ya da lastik gibi. Olsun! Yakında ilişkileri ayakta tutmak için bile bu düğümü çözmek gerekebilir. Ayrıca, bu kez sadece AB ile ilişkilerimiz değil, ilk üyelerinden olmakla övündüğümüz Avrupa Konseyi ile ilişkilerimiz söz konusu. Bizimkiler atıp tutuyorlar. Hadi bakalım, kesin AB ile ilişkileri, çıkın Avrupa Konseyi’nden...
Biliyorum bu atıp tutmaların çoğu iç politikayla ilgili. Gene de dikkatli olalım. Yeniden bir papaz olayı yaşamayalım. Hemen unuttuk: Trump postayı attı, ‘şu tarihte bırakacaksınız’ dedi. Biz de onun dediğini yaptık. Hiç hoş olmadı. Andığımız olaylarda da inat etmeyelim. Avrupa İnsan Mahkemesi’nin kararlarına uymak, onların içtihatına göre karar almak bizim anayasamızın gereğidir. Bu olayları daha fazla büyütmeden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine göre kapatalım. Başka bir çözüm yok, çünkü gene haksız görünüyoruz. Hangi gerçek bir insan hakları hukukçusu “haklıyız” diyebilir?
Bu olayları kapatmakta, yani Avrupa insan Hakları Sözleşmesini uygulamakta ne kadar gecikirsek o kadar zararlı çıkacağız.
O sözleşmeyi gerektiği gibi uygulasak bu olaylar zaten meydana gelmez.