Seçim vaadleri bağlamında bir kez daha işittik: cemevlerine hukuki statü tanıyacaklarmış. Daha önceki seçimler dolayısıyla da işitmiştik. Yapmazlar, hatta yapamazlar diye düşünmüştük. Yapamadılar. Bu kez ne değişik diye baktım iktidar partisinin seçim bildirgesine. Şu satırları okudum: “Cemevleri, eğitim sisteminde sağlıklı bilgilendirme, üniversitelerde araştırma ve uygulama merkezleri oluşturma gibi çeşitli konularda Alevi kanaat önderleri ile diyalog içinde demokratik uzlaşı temelinde gerekli adımları atacağız. Bu noktada, geleneksel irfan merkezleri ve cemevlerine hukuki statü tanıyacağız.”
Bu sözlerde hiç bir yenilik göremedim. Aynının tekrarı. Üstelik sorunu çözmeye değil, şimdiye kadar yapıldığı gibi sorunun etrafında dolaşmayı öngören bir vaad.
Sorun belli: cemevlerine ibadethane statüsü tanınacak mı, tanımayacak mı? Hukuki statü geniş, sorunu sulandırıcı bir kavram. Sorun, cemevinin ibadethane olduğunu devlet nihayet kabul edecek mi, etmeyecek mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi cemevi ibadethanedir dedi. Yanlış bilmiyorsam, bizim bazı yargı organlarımızın da bu yönde sayılabilecek kararları var. Bazı belediyelerimiz de bu yönde davranıyorlar. Cemevlerini ibadethane olarak tanıyıp konuyu kapatmanın vakti çoktan geldi geçti. Seçim sonrasını beklemeye gerek yok. Hemen şimdi bu sorunu çözmeli.
Elbette, sorunu küçümseyecek kadar saf değilim. Toplumun tarihden gelen bir sorunundan söz ediyoruz. Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in döneminden beri var olan bir sorun bu.
Cumhuriyet düzeni, Alevi vatandaşlarımızın yüzyıllardır uğradıkları birçok ayırımcılığın aşılmasını sağladı. Gel gelelim, Atatürk döneminde de Bülent Ecevit döneminde de çözemedik ibadethane sorunu. Oysa kağıt üzerinde ne kadar basit bir sorun. Elektrik ücreti alınmayan ibadethaneler sıralanırken araya bir de cemevi sözcüğünü koyacaktık, o kadar.
AB reformları sürecinde genel olarak ibadethaneler konusunda olumlu adımları atıldı. Ancak, cemevini ibadethane saydıramadık bir türlü. Bu yöndeki girişimimize duvar gibi tepki gösterilmişti.
Elbette, sorunun varlığını, devamını sadece siyasi iktidara yüklemek doğru değil. Bence, toplum olarak genel bir kusurumuz söz konusu. Cemevinin ibadethane olarak tanınması sadece demokrasi, hukuk kültürü gerektirmiyor, dindar yurttaşlarımız açısından da daha güçlü hoşgörü, islama çoğulcu bakış gerektiriyor. Meksika’dan Endenozya’ya bir milyardan fazla müslüman fazla var. İslamı birbirinden çok değişik şekillerde yaşıyorlar. Ümmet içindeki farklılıklar ümmetin zenginliğidir.
Yazılarını beğenerek izlediğim Murat Sevinç, mealen söylersek, “Muharrem İnce alevi olsaydı, aday gösterilir miydi?” sorusunu ele aldı bir yazısında. Benim yanıtım şöyle: Muharrem İnce alevi olsaydı aday gösterilmezdi. CHP ve geleneksel tabanı açısından bir sorun yok, ama toplumun genel eğilimleri açısından maalesef bu sorun sürüyor. Siyasi partiler de çoğunluğu muhafazakâr sayılan toplumdan oy alabilmek kaygısıyla hareket ediyorlar.
Oysa, alevi vatandaşlarımız, Cumhuriyetimizin temel niteliklerini benimsemiş, içselleştirmiş bir bölümümüzdür. Onların bu sorununu çözmek, yani cemevini ibadethane olarak tanımak hukuk devleti niteliğini taşıyan, demokratik, laik Cumhuriyetimizin görevidir. Bu adımın atılmasına toplumun fazlasıyla tutucu ve siyasi partileri etkileyebilen bazı odakları dışında sert tepki gösterileceğini ben şahsen sanmıyorum. Barış, barışma ve huzur eğilimi ağır basacaktır. İyi anlatmak gerekir.