Kendimi bildim bileli Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini iyi kötü izlerim. Ülkemizin imajının bu kadar olumsuz olduğu bir dönem hatırlamıyorum.
Türkiye’nin Tanzimat’tan beri dış ilişkilerdeki ana yönelimi “Batı ile tedrici bütünleşme, diğer bölgelerle iyi geçinme ve azami işbirliği” diye tanımlanabilir (Osmanlı 1815 Viyana Kongresi’ne katılabilseydi bu yönelim daha önce başlardı). AB’ne üye olsaydık bu bütünleşme tamamlanmış olacaktı ama olmadı.
AB üyeliğinin zora girmesi Batı’dan uzaklaşma anlamına elbette gelmez. NATO üyesiyiz. Avupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni kaleme almış ülkelerden biriyiz. Hem güvenlik yapılanması hem de iç düzen bakımından Batı kulübündeyiz. AB üyeliğimiz belirsizce ertelense bile AB standartlarına ulaşmamızın önüne engel koyan ülke yok. Ne yazık ki, tuttuğumuz yolun bu olduğunu söylemek güç görünüyor.
Batılı ülkelerle her dönemde değişik yoğunluklarda çekişmelerimiz, sorunlarımız olmuştur. “Duvarın öteki tarafına geçeriz” bile demişizdir. Ancak en sert zıtlaşmalarımızda, hatta 12 Eylül döneminde bile kimse Türkiye’nin Batı’dan kopabileceğini düşünmemiştir.
Bu kez görüntü farklı. ABD nicedir bize soğuk ve uzak. Eskiden olduğu gibi Türkiye’nin Avrupa’daki konumunu güçlendirmek için lobi yapan ABD geri gelecek mi? ABD uçuşlarıyla ilgili son karar aşağılayıcı. Sanki Türkiye terörist ihraç ediyor.
AB ile ilişkilerimiz bir felaket. Güya bu yıl gümrük birliğini güncelleme müzakereleri başlayacak. Dış politikamızın en önemli konularından biri bu olması gerekirken, taraflar üyelik müzakerelerinin kesilmesinden söz ediyor. Ya son olaylar? Avrupa’da ırkçılığın yükselişi onyıllardır Türkiye’nin dış politika gündeminde yakından izlenen bir sorundur.
Gerektiğinde en sert tepki elbette gösterilmelidir. Ancak, iç politik amaçlarla bu tepkinin bir milliyetçi galeyan seviyesine taşınmaya çalışılması Avrupa’da Türkofobiyi güçlendirir. Bundan da, insan haklarını savunmakla yükümlü olduğumuz Avrupalı Türkler en büyük zararı görür.
Öte yandan Suriyeli mülteciler konusunda aşırıya kaçan demeçler bizim insani yardım yapan ülke imajımızı güçlendirmiyor. Tersine sonuç veriyor. Avrupalılara dönüp “Suriyeli mültecileri üstünüze salarız” anlamına gelen demeçler verilmesini öz değerlerimizle bağdaştıramıyor ve şiddetle ayıplıyorum.
Avrupa Konseyi üyeliğimiz de tarih olabilir
İktidardaki kesimin referandumda istediği sonucu aldıktan sonra Batı ile ilişkileri onarabileceğini ve izlenen stratejinin de bu olduğunu düşünenler de var. Nedir ki, tehlikeli işaretler görüyoruz. Sadece Avrupa’dan siyasi uzaklaşma niyeti değil, Avrupa’nın temelindeki evrensel değerlere kulak asmama eğilimi seziyoruz. İktidardaki kesimden, 200 yıllık modernleşme süreciyle hesaplaşacaklarını söyleyenler çıkıyor. Toplumların demokratik gelişiminde atar damar olan kuvvetlerin ayrılığı ilkesinden uzaklaşma eğilimi de güçlü ve aşikâr. İfade özgürlüğü alanında yaşananlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun mu?
Bir de idam cezasını geri getirme konusu. Ben Sultanahmet Meydanı’nda idam cezası infazı görmüş biriyim. O günlere dönülmesini istemem. İdamın kaldırılması insan haklarının gelişiminde bir üst aşamadır. ABD’de 30 kadar eyalette ve Japonya’da idamın olması bu cezayı uygar değerlerle bağdaştırmaya yetmez.
Türkiye’ye idam cezası gelirse, bırakın AB ile müzakerelerin kesilmesini, Avrupa Konseyi üyeliğimiz de tarih olur. İstediğimizin bu olduğunu öne sürenler var. Avrupa’daki olumsuzlukları halkımızı Avrupa’dan soğutmak için kullandığımızı söylüyorlar. Avrupa’dan kopuş taktiğimizin, kendimizin çıkması değil, kendimizi çıkarttırmak olduğunu düşünüyorlar. Yoksa biz, Avrupa’da “Aman Türkiye’nin istediklerini verelim, yoksa bizden kopacak!” diye bir algı yaratma ya da AB’yi zirve toplantısına zorlama taktiği mi güdüyoruz? Bu arada olan genel Türkiye algısına oluyor.
Ahmet Mithad, bir melanet bir de fazilet Avrupası olduğunu söyler. Melanet Avrupasına birçok çevre gibi biz de karşı çıkmak zorundayız. Ancak fazilet Avrupa’sından uzaklaşmak kendimizi inkâr, kendimize yabancılaşmak anlamına gelir. Kendimize daha fazla zarar vermeden iki yüz yıllık yola dönmeliyiz.
Oğuz Demiralp, Saint Joseph Lisesi’nden sonra 1976 yılında girdiği Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde İdari İlimler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi. 1978 yılında Dışişleri Bakanlığı’na girdi.
Yurtdışında Münih Başkonsolosluğu, Tahran Büyükelçiliği, BM Cenevre Ofisi Daimi Temsilciliği ve Avrupa Konseyi Nezdinde Türkiye Daimi Temsilciliği’ndeki görevlerini takiben 2000-2002 yılları arasında Dünya Ticaret Örgütü nezdinde Türkiye Daimi Daimi Temsilcisi, 2002-2005 döneminde Avrupa Birliği Daimi Temsilcisi, 2009-2010’da Bern Büyükelçisi, 2010-2013 yıllarında BM Cenevre Ofisi Türkiye Daimi Temsilcisi olarak görev yaptı. 2014 Kasım ayında Türkiye’nin Meksiko Büyükelçiliği görevini üstlendi.
Merkezde bulunduğu dönemde 1997-2000 yıllarında Bakan Özel Müşaviri, 2005-2009 yıllarında Avrupa Birliği Genel Sekreteri olarak görev yaptı.
Dışişleri Bakanlığı’ndan Ocak 2017’de emekli olan Demiralp, Fransızca ve İngilizce biliyor.