Oğuz Demiralp

23 Eylül 2020

AB söylenceleri

Kıbrıslı Rumların (ve Yunanistan'ın) AB'yi bize karşı kullanma politikası bizde kim iktidarda olursa olsun önemli bir etki yapmaz. Hele Türkiye demokrasi ve ekonomi bakımından güçlü bir ülkeyse hiç yapmaz (nüansa dikkat!)

Pazartesi sabahı bir Fransız kanalında haberlerde işittim; Kıbrıslı Rumlar Avrupa Birliği'nin (AB) Belarus'a yaptırım uygulaması kararını bloke ediyorlarmış, "Türkiye'ye de yaptırım uygulanmazsa Belarus konusunda oydaşma oluşmasına izin vermeyiz" diyorlarmış. Yorumcu biraz da alaylı bir şekilde, konsensüs kuralı nedeniyle koskoca Almanya'nın küçücük Kıbrıs'ı ikna etmek için ter döktüğünü söyledi. Bence Rumların derdi sadece Türkiye değildir, kadim dostları Rusların da hoşuna gidecek bir çizgide ilerlemeye çalışıyorlardır.

Konunun nasıl geliştiği bir yana, bu sahne beni çok yıllar öncesine, AB'nin Kıbrıs'ı da içeren genişlemesinin gerçekleştiği döneme götürdü. Ortada dolaşan söylentiler, öyküler aklıma geldi. Bir kısmının gerçekten öyle olduğunu biliyoruz. Bir kısmı da gerçekliği kanıtlanmamış ama inandırıcı, İngilizcede "plausible" denen türden.

Rivayet odur ki, Schöder iktidara geldikten sonra AB'nin genişlemesini öncelikli hedef yapar. Doğu Avrupa'daki genişlemenin sınırlarını çizmek için Ruslarla görüşür. Belarus, Ukranya, Moldova dışındaki ülkelere Ruslar evet der. (Nitekim, bu üç ülke ilerde, üyelik perspektifinden yoksun şekilde komşu ilân edilecektir.) Kıbrıs konusu da ele alınır. Ruslar Rum Kıbrıs'ın da AB'ye katılmasına yeşil ışık yakarlar. Ruslar sıkı fıkı oldukları Kıbrıslı Rumları bir yandan AB'ye çengel atmak, öbür yandan istihbarat kaynağı olarak kullanmak niyetindedir. Schöder Ruslarla anlaşır. Ardından genişleme operasyonu başlar. Doğu Avrupa ve Kıbrıs'ın üye, Türkiye'nin üyelik perspektifiyle aday yapılması şeklinde bir strateji benimsenmiştir. Bütün bu söz konusu ülkeleri bir an önce AB kriterlerine üye olabilecek derecede uyum sağlamaları için baskı başlar. Almanya'yı bu süreçte Fransa'dan çok İngiltere ve ABD desteleyecektir. O dönemde ABD, AB'nin genişlemesini, hatta Türkiye'nin AB'ye üye olmasını küresel stratejisi bakımından gerekli görmektedir. İngiltere de öyle... İngiltere Türkiye'nin üyeliğini biraz da AB'yi sulandırmak amacıyla istemektedir. Bu yüzden, o yıllarda Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanların kullandığı bir argüman da ülkemizin AB'de ABD'nin truva atı olabileceği yönündedir.

İngilizlerin yürüttüğü ünlü Kofi Annan planı da bu çerçevede hazırlanır. Bu planın önemli bir yönü Türkiye'nin AB üyeliğini ve bazı adımların bu üyelik sürecinin ilerlemesine göre atılmasını öngörmesidir. İngiltere bir yandan adanın bütünü AB'ye alırken, öbür yandan Türkiye'yi mümkün olduğu kadar içeri çekmeye yönelik bir strateji uygulamaya yönelir. Ancak, bütün bu senaryoda yanıtsız bir soru görülür. Kıbrıs Rum tarafı Kofi Annan planına hayır derse, gene de üye yapılacak mıdır? Hayır derlerse, aday ülkelerin üye olmadan önce sınır ihtilaflarını halletmeleri gerektiği yönündeki üyelik kriteri karşılanmamış olacaktır. Dolayısıyla Kofi Annan planına hayır diyen Kıbrıs Rum tarafının üye olmaması gerekir. AB bu konuda "Rumlar mutlaka evet diyecekler" diye düşünmenin dışında bir B planı yapmaz. "Kıbrıslı Rumları almazsak, bu kez Yunanistan genişlemenin tümünü veto eder" argümanının arkasına sığınır, Yunan Parlamentosunun bu yöndeki kararını gösterir soranlara.

Rumlar nasıl olsa üye yapılacaklarını bildikleri için Kofi Annan planına hayır derler. AB üyesi olduktan, adanın tümünü kağıt üzerinde de olsa AB'ye kattıktan sonra Türk tarafına daha kolayca baskı yapabilecekleri hesabı içine girerler. Rumların üye olmasının ardında Yunanistan'ın genişlemeyi veto tehdidi mi vardır, yoksa Schröder'in Ruslarla anlaşması mı, yoksa ikisi birden mi, yoksa İngilizlerin karmaşık stratejileri mi? Sonuç olarak AB, üyelik kriterini karşılamayan bir adayı üye yapar. Açıkcası AB, Rumları üye yaparak yanlış yapmıştır.

Schröder başbakanlıktan ayrılır. Gazprom'a danışman olur. Bazı yorumculara göre, Schröder'in Ruslarla yakınlığının bir kanıtıdır, teşekkür hediyesidir bu. Bilemeyiz, ama rivayet böyledir.

Merkel başbakan olur. Bir yerde, Kıbrıslı rumların üye yapılmasının yanlış olduğunu ağzından kaçırır. Ne ki, politikacıdır, elindeki kartları en iyi şekilde kullanmaya çalışacaktır. Türkiye'nin AB'ye üye olmasına karşıdır Merkel. Sarkozy ile bir olur, Kıbrıs kartını Türkiye'nin üyelik yolunda önünü kesmek için kullanır. Buna karşılık olarak biz önce "AB olmasa da AB kriterleri kendimiz için önemli, reformlara devam" deriz. Zamanla ondan da vazgeçeriz. Sonrası malûm. AB ile hısımken hasım olduk.

Öykü böyle olunca Kıbrıs Rumların Almanya'nın Belarus atılımına taş koymasını işitmek "Oh olsun, beter olsun" dedirtmese de ironik şekilde gülümsetiyor insanı.

Kıbrıslı Rumların (ve Yunanistan'ın) AB'yi bize karşı kullanma politikası bizde kim iktidarda olursa olsun önemli bir etki yapmaz. Hele Türkiye demokrasi ve ekonomi bakımından güçlü bir ülkeyse hiç yapmaz (nüansa dikkat!). Kıbrıs, Ege ve Doğu Akdeniz sorunlarının kalıcı bir hâl şekline kavuşması ancak Türkiye, Yunanistan, KKTC ve GKRY aynı çatı altında bir araya gelirlerse olabilir. Coğrafyanın da, tarihin de gereği budur. Yoksa yıllar çatışma, gerilim, çekişmeyle geçecektir. Keşke AB ile Türkiye'nin yeniden ortak bir vizyonda buluşabilmesi mümkün olsa...