Meslek yaşamımız Kürt sorununa dair her çeşit çözüm önerisini izleyip, dinlemekle, konuşmaları, röportajları kaleme almak, hatta ilgililerin yargılandığı duruşmalara katılmakla geçti. Apo’nun İtalyan makamları tarafından 1998 yılında Roma’da bir villada “misafir edilme” sürecini izleyen gazetecilerden de biriydim.
Elde ne var? Diye düşünüyorum:
Diyarbakır, Van, Batman ziyaretleri, yakılan köyler, Kürt insanının talepleri, Ankara’nın kimi üstenci, kimi kucaklayıcı yanıtları, çözüm önerileri, girişimler, karşılıklı suçlamalar… Cumhurbaşkanından sokaktaki adama, her taraftan, her fikirden isimlerle konuşmalar… Dünya örneklerini incelemeler…
-Kürtçe yasak mı değil mi?
-Televizyon Kanalında Kürtçe var ama okulda neden yok?
Soruları…
Kapatılan, yeniden kurulan, yeniden kapatılıp yeniden kurulan siyasi partiler. Yıllarca “yüksek atlama barı” gibi ta yukarlarda tutulan seçim barajı, baraja takılan oylar, asıl sahibine gitmeyip, birinci parti hanesine yazılan oylar…
-Kürsüde Kürtçe yemin edişi sonrasında Meclisten polis zoruyla çıkarılıp tutuklanan, yıllarca hapsedilen milletvekilleri, siyasetten men edilen Leyla Zana. Görevden alınan belediye başkanları, kayyımla yönetilen kentler, kasabalar…
Geriye dönük linkleri sildirilen, yasaklanan haberler, tutuklanan hapislerde çürütülen yazarlar, aydınlar. “Bir Kürtçe şarkı söyledi” diye memleketi terketmeye mecbur edilen sanatçılar…
-“Dağdan in, düz ovada siyaset yap” diye davet edilip Habur’da davulla zurnayla karşılanan PKK’lılar…
Abdullah Öcalan’ı bir “bebek katili” diye yerin dibine sokup, bir “aman bize yakın mesaj versin” diye umut kapısı yapmalar, hatta meclis kürsüsüne davet etmeler…
Terörün PKK eliyle Demokles’in kılıcı gibi tepede durmadan sallandığı çözümsüzlük ortamı.
Yıllardır önlenemeyen ölümler, ölümler, sayısız ölüm… Harcanan milyarlar…
-Sonuç?
-Elde var sıfır…
—Çözümü yaşarken göremeyecek miyiz?—
Bu kaos ortamında, Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk’ün “üçüncü kez” görevden alınıp yerine kayyım getirilmesi beni, “yaşarken Kürt sorununun çözümünü göremeyecek miyiz” diye kara kara düşündürürken, eskiye de götürdü. (12 Ekim 2005)
The New Anatolian gazetesinde zamanın DTP (Demokratik Toplum Partisi) eş başkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’la yaptığımız kapsamlı bir konuşmayı gözden geçirdim:
SORU: 1993 yılında HEP adına randevu alıp, Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la görüşmüştünüz. Ardından Bekaa Vadisine gittiniz, Öcalan ile konuştunuz, detay anlatır mısınız?
TÜRK: Özal’ın Cumhurbaşkanlığı sırasında kan hala dökülmeye devam ediyordu, bizler HEP (Halkın Emek Partisi) milletvekilleri olarak barış çağrısında bulunduk ve kendisinden randevu istedik. Bizi Çankaya Köşkü’nde kabul etti. Dedik ki, “bu dökülen kanın durdurulması için biz de sorumluluk duyuyoruz, gerekirse Bekaa’ya bile gideriz.” Kendisi bize aynen şunu söyledi, kelimesi kelimesine aktarıyorum, -ben Süleyman Demirel gibi korkak değilim, çünkü ben sadece Allah’tan korkarım. Kendi iç meselelerimiz uğruna birbirimizle savaşarak zaman kaybetmekten artık vazgeçmeliyiz. Kürtler bizim insanımızdır, doğrusu ile yanlışıyla bizim insanımızdır, onları tekrar kazanmamız gerekir. Benim şöyle bir düşüncem var, bir genel af çıkaralım, bu insanların elinden birer dilekçe alalım (tabii ki PKK’yı kastediyordu ) ve onlara özgürlüklerini verelim. Eğer beş yıllık bir zaman sürecinde herhangi bir suç işlemezlerse bu aldığımız dilekçeleri yok edelim, benim planım budur- dedi. Özal’la yaptığımız bu görüşmeden sonra, bir grup HEP milletvekili olarak önce Şam’a gittik Türk Büyükelçisi ile konuştuk, ardından da Lübnan’a, Bekaa’ya giderek Öcalan’la buluştuk. Kendisinin Özal’a yanıtı, yani Özal’ın bu planına bakış acısı son derece olumlu oldu. Fakat ne yazık ki biz tam dönüş yolunda iken Özal’ın ölüm haberi geldi, dolayısıyla bu çözüm politikasının gerçekleşmesi şansı da ortadan kalkmış oldu.
SORU: Şu anda da bir genel af beklentisi var, hatta çözüm önerisi olarak gündemde. Sizce bu katkı sağlarlar mı meselenin çözümüne?
TÜRK: Bu sorun sadece bir af meselesine indirgenemez. Eğer böyle yapılırsa toplumda gerginlik yaratır. Her şeyden önce yeni bir demokrasi yaklaşımı ortaya konulmalı, bütün politik ve psikolojik altyapı çözüm için hazırlanmalıdır. Aksi taktirde, eğer böyle bir genel af gündeme gelirse pek çok çevre tarafından reddedilebilir, toplumu germemek adına bunu hazırlıksız başlatmamak gerekir. Mesela Ermeni meselesi ile ilgili bir çözüm paketi önerdiler. (*) Bunun gibi biz de aslında öncelikle bir Kürt konferansı organize etmek istiyoruz meselenin bütün boyutlarıyla tartışılması için ve bunun çok yararlı olacağına inanıyoruz.
SORU: Bunu partiniz yapamaz mı?
TÜRK: Biz -bu sorunları Kürtler aramızda tartışalım- peşinde değiliz bütün taraflar olmalı böyle bir konferansta…
SORU: Bunu engelleyen nedir?
TÜRK: Siz bunun kolay olduğunu sanıyorsunuz ama aslında değil görmediniz mi Ermeni Konferansı ile ilgili tartışmaları…
(*) Dönemin AKP hükümetinin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Nisan 2005 günü Ermenistan Devlet Başkanı Robert Koçaryan´a Gönderdiği Mektup ve ortak konferans önerisini kastediyor.
(*)Ahmet Türk’ün yapılmasını istediği Kürt konferansı o günlerde Brüksel’de toplanmış, ben de gazeteci olarak izlemiş ve haberleştirmiştim. The New Anatolian gazetesinin arşivleri ne yazık ki dijital olarak muhafaza edilmediği için bu kayıtlara ulaşmak artık mümkün olmuyor. (N.E.)
https://bennursunerel.blogspot.com'dan alınmıştır.