Hafta sonu Heinrich Böll Stiftung, İsmail Beşikçi Vakfı, DİSA ve Açık Toplum Vakfı işbirliği ile İstanbul ve ardından Diyarbakır’da düzenlenen “Savaştan Barışa, Çatışmadan Çözüme” Konferansında barış süreci silahsızlanma, kadın perspektifi, üçüncü tarafların rolleri, dünya deneyimleri gibi farklı boyutlarıyla tartışıldı.
Benim modere ettiğim “Müzakere Süreçlerinde Silahsızlanma” konulu panelde gelen soru ve yorumlardan Kürdistan’ın gündeminde gerillanın silah bırakmasının olmadığı rahatlıkla anlaşılıyordu. Diyarbakır’daki konferans katılımcılarının çoğu PKK’nin silahsızlanmasının zamanının henüz gelmediğini düşünüyordu.
Barış süreci silahsızlanma önkoşulu ile ilerler mi?
Panelistlerden Harun Ercan’ın verdiği istatistik bilgiler, iç çatışmaların barışçıl çözümüne ilişkin umut vadeden bir tablo çizmiyordu. Rakamlar dünyada 112 iç çatışmadan sadece 22’sinde anlaşma sonrası siyasi istikrar ve barışın sağlanmış olduğunu gösteriyordu. Uzun dönemli istikrar yaratan barış süreçlerinin ortak özelliği ise maksimum düzeyde iktidar paylaşımı ile çözüme gidilmiş olması.
Bir diğer panelist Afrika Ulusal Kongresi’nden (ANC) parlamenter ve eski gerilla Dipuo Bertha Letsatsi’nin anlattığı Güney Afrika örneğinde de ANC’nin gerçek bir müzakereye başlamadan silahı bırakmayı reddettiğini görüyoruz. Mandela, ancak sürgündekiler, cezaevindekiler ve gerillalar olmak üzere, herkes müzakere masasında birlikte yer alırsa silahlı mücadeleye son vereceklerini dile getiriyor. Nitekim öyle de oluyor. ANC’ye uygulanan yasak kalkıyor, tutsaklar salıveriliyor, sürgündekiler geri dönüyor, ve ondan sonra silahlara veda ediliyor.
Silahların hangi bağlam ve koşullar altında bırakıldığına baktığımızda, farklı birçok barış sürecinde silah bırakmanın sürecin sonuna doğru gerçekleştiğini görüyoruz. İrlanda deneyiminden biliyoruz ki İngiliz devleti “silah bırakmayı” bir önkoşul yerine, görüşmeler sonucu varılacak bir hedef olarak kabul ettiğinde barış sürecinin önü açıldı. Barış Anlaşmasından tam 7 yıl sonra 2005 yılında silahlar gerçek anlamda gömüldü. Panelin İstanbul ayağında Cengiz Çandar’ın Kolombiya barış sürecine ilişkin verdiği bilgilerden, Kolombiya’da da barış sürecine paralel silahlı mücadelenin de devam ettiğini öğreniyoruz.
Sadece PKK’nin silahsızlanması yeterli mi?
Öte yandan PKK’den silahları bırakması beklenirken, buna paralel olarak devletin de ordusu, güvenlik güçleri ve paramiliter örgütleri ile Bölgede silahlarını azaltması, normal koşullara çekmesi gerekir.
Oysa barış sürecinin başladığı 2013 Newroz’undan beri devletin yeni korucu alımları, yeni karakol ve kalekol yapımları ile Bölgede son hız silahlanmaya devam ettiğini görüyoruz. Bu Kürtlerde devletin müzakere sürecini Kürtleri oyalamak, bölmek, PKK’yi tasfiye etmek için zaman kazanmak amaçlı yaptığı algısını güçlendiriyor. Ve zaten kırılgan olan süreci daha da hassaslaştırıyor. 2013 yılından beri Bölgede gençlerin PKK’ye yoğun katılımının ardında da bu güvensizlik var.
Bu noktada önemli bir soruyu sormak durumundayız:
Devlet barışmak istediği vatandaşına neden jandarma, polis, karakol, kalekol ile gitmeyi tercih ediyor?
İsyanın koşulları bitti mi?
Kürtler açısından isyanın şartları bitmemiştir. Kürtlerin isyanına neden olan koşullar düzeltilmeden, Kürt sorunu anadilden, tutsaklara, geçmişle yüzleşmeden, milyonlarca zorunlu göç mağduruna kadar tüm yönleriyle ortadayken, bu sorunları çözecek adımlar atılmadan gerilla silah bırakmaz. Hele ki Ortadoğu’da Kürtlerin birçok cephede savaştığı böylesi bir dönemde PKK’nin silah bırakmasını düşünmek hiç gerçekçi değil.
Silah Kürtler açısından halen anlamını yitirmiş değil. Kürtlerin yaşam haklarını garantiye alan herhangi bir siyasi mekanizma olmadığı sürece, silah Kürtler açısından bir öz-savunma meselesi olarak elde tutulacaktır.
Bu aşamada, Türkiye devletinin müzakereler için PKK’nin silahsızlanmasını önkoşul olarak öne sürmesi hiçbir şeyi çözmez. Tam tersine, hepimizin umut bağladığı barış sürecini baştan tıkayarak, barışmak için son şansımızı da elimizden alabilir!
Nurcan Baysal @baysal_nurcan
15.12.2014, Diyarbakır