Nurcan Baysal

21 Aralık 2016

Her şey sen hızlı trene kavuşamayasın diye!

Sen yine de oyuna gelme Türkiye!

Diyarbakır

Bir cehennemde yaşıyor gibiyiz. Her an daha kötü ne olacak diye düşünerek geçiyor günlerimiz.

Dün akşam Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov, uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. “Allahu ekber. Halep'i unutmayın, Suriye'yi unutmayın. Beldelerimiz güvende olmadıkça sizler güvenliği tadamayacaksınız” diyerek Büyükelçiye saldıran kişinin Ankara Çevik Kuvvet'te görevli polis memuru Mevlüt Mert Altıntaş olduğu ortaya çıktı.

Elbette hemen yayın yasağı geldi. Türkiye’de yaşanan saldırıyla ilgili gelişmeleri dünya medyasından takip etmek zorunda kaldık. Hemen arkasından Twitter yavaşlatıldı, hatta birçok ilde sosyal medya kullanılamadı.

Hükümetten Burhan Kuzu her zamanki pişkinliği ile ilk açıklamayı yapıverdi: “Bizim gevşekliğimizi kenara bırakalım, Rusların koruması yok mu?” Bir Hariciyeli olarak cevaplayayım Burhan Kuzu’yu: Büyükelçilerin güvenliğinden bulundukları ülke sorumludur.

Arkasından hükümet yetkililerinden “olayın Türkiye-Rusya ilişkilerini bozmaya yönelik provakosyon” olduğuna ilişkin açıklamalar peşi sıra gelmeye başladı.

Yandaş bir kalem sosyal medyada o sırada şöyle yazıyordu: “Katil arkada. Hedef belli. Oyuna gelme Türkiyem. Uyanık ol. Beşiktaş, Kayseri ve bu suikast. Karanlık elin dizisi.”

Yandaş medyanın amiral gemisi Yeni Şafak da ise olay şöyle veriliyordu:

“Büyük Sabotaj: CIA’nın FETÖ’cü suikastçileri harekete geçirildi.”

Olay çözülmüştü. CIA, FETÖ, karışık kokteyl üst akıl yine harekete geçmiş ve Türkiye’yi zayıflatmak için bu tezgâhı kurmuştu. Maksat Türkiye hızlı trene kavuşamasındı.

Elbette hükümet bu olayın sorumluluğunu da önceki olaylar gibi almayacaktı. Zaten olayın onlarla, onların kullandığı nefret diliyle, polis teşkilatının Türk-İslamcı yapısıyla, bu teşkilatta verilen Suriye’yi kendi “beldesi” olarak öğreten eğitimle, insanları sürekli “ötekileştiren” söylemleriyle, intikam yeminleriyle, komplo teorileriyle, kindar eğitim sistemleriyle, savaş çığırtkanlıklarıyla bir alakası olamazdı!

Twitterda bir kullanıcı şöyle yazmış:

“Mert, 2002’de 8 yaşında bir çocuktu Yönetiminizle eğitiminizle dindar-kindar nesil pisliğinizle o çocuğu 14 yılda bu noktaya siz getirdiniz.”

Geçen yıl tam da bu zamanlar sokaklarımız, duvarlarımız nefret sloganlarıyla doluydu. Silvan’dan, Cizre’ye, Nusaybin’e, Sur’a duvarlarımıza bu Türk-İslamcı nefret sloganlarını yazan güvenlik güçlerine hiçbir soruşturma açılmadı. Duvarlara bu sloganları yazanlar kim bilir nasıl insanlar diye sık sık düşündüğüm oldu. Cizre’de insanları yakanlar, Sur’da aylarca cenazeleri yerlerde bırakanlar bunları hangi saikle yapıyorlardı. İnsani bir saik taşımadıkları aşikâr. Sur’da öldürülen ve cenazesi 29 gün sokak ortasında bekletilen İsa Oran’ın cenazesinin resimlerini gördüğümde, aynı dehşeti yaşamıştım. Kafası kimyasal bir madde ile yakılmış, karnı deşilmiş, bağırsakları dışarıdaydı. Bunu yapan nasıl bir ruh haliyle yapmıştı,  cenazeye bu işkenceleri yapanlar bu toplumun içine karışacak ve onlarla yaşayacaktık.

Bu ruh hali, hangi ideoloji, felsefe, yaşam biçimi ve söylemlerle besleniyor? Sorgulanması gereken tam da bu.

Sen yine de oyuna gelme Türkiye!

Her şey sen hızlı trene kavuşamayasın diye!