Türkiye milyonlarca göçmen ve mültecinin yaşadığı bir ülke. Suriye savaşı ile Türkiye, göçmenler için bir transit ülke olmaktan çıktı. Milyonlarca göçmen için Türkiye artık son durak. Buna rağmen Türkiye’de göçmenlikle ilgili konular yardım kampanyalarının ötesine geçmiyor. Oysa göçmen nüfusunun bu kadar çok olduğu Türkiye’de konuyu yardım kampanyalarının dışında politik olarak da ele almak gerekiyor.
Bugün Türkiye’de göçmenler en kötü koşullarda yaşıyorlar, en kötü işlerde karın tokluğuna çalıştırılıyorlar. Göçmenlerin öldüğü iş kazaları haber değeri bile taşımıyor. Göçmen kadınların ciddi bir kısmı taciz ve tecavüze maruz kalıyor, çocukları satılıyor. Ve hala konuyla ilgili hak temelli bir politika geliştirilmediği gibi, kimine “misafir”, kimine “sünni kardeş”… denerek yerel halkla göçmenlerin arasında olduğu gibi, göçmenlerin kendi aralarında da düşmanlık geliştiriliyor.
Göçmenlerle dayanışmayı güçlendirmek ve bu konuda politikaların geliştirilmesini sağlamaya yönelik olarak kurulmuş olan İnsan Hakları Derneği Mülteci Hakları Çalışma grubunun, “Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Mülteciler ve Sorunları” konulu toplantısı için hafta sonu Ankara’daydım. Açılışını İHD Mülteci Hakları çalışma grubundan Cahide Sarı’nın yaptığı toplantıda, benim yanı sıra, KAOS’tan Hayriye Kara, ÖHD’den Rengin Ergül ve Avustralya’dan katılan Semra Güler yaptıkları konuşmalarla özellikle kadın ve LGBT mültecilerin yaşadıkları sıkıntılara dikkat çektiler. Konuşmalardan sonra mülteci ve göçmenlik alanında çalışan çeşitli kurumlardan gelen uzmanlar, mültecilerin sesinin daha fazla duyulması için yapılması gerekenleri tartıştılar.
'LGBT Göçmenlere Yardım Etmek Caiz midir?’
KAOS’tan Hayriye Kara’yı dinlerken, göçmenler arasında mezhep ve etnik kökene dayalı gelişen dayanışma ve örgütlenme ağlarının LGBT mültecileri kapsamadığını görüyoruz. En korunmasız göçmen gruplarından biri olan LGBT göçmenler, alanda çalışan örgütlerin toplumsal cinsiyet algısı olmadığı için, cinsel yönelimi ile ilgili yaşadığı sıkıntıları bile anlatamıyorlar. LGBT göçmenler Türkiye’de nereden destek alacaklarını çoğu zaman bilmedikleri gibi, diğer mülteci gruplarına göre insani yardımdan da daha az faydalanıyorlar. Çünkü bir LGBT mülteciye destek vermektense, kaymakamlar, çocuklu bir göçmen aileye destek vermeyi tercih ediyorlar. Nitekim Hayriye Kara, bir ilde vali yardımcısının LGBT mülteciler için “bunlara yardım etmek caiz midir” diye sorduğunu belirtiyor.
Bu bakış açısı sadece kamuyla da sınırlı kalmıyor. Sivil toplum kuruluşlarında bile LGBT mültecilere bakış sorunlu olabiliyor. Birçok LGBT mülteci sivil toplum eliyle yapılan sosyalleşme alanlarında bile ayrımcılığa uğrayabiliyor. Örneğin şiddete uğrayan bir trans mülteciye, destek veren bir kurum rahatlıkla “sen de az makyaj yap, daha az görünür ol” diyebiliyor. Hayriye’nin de konuşmasında vurguladığı gibi, oysa belki de makyaj yapmak, onun elinde kalan tek şey!
Tekstil atölyelerinde taciz odaları
ÖHD’den katılan Rengin Ergül yanlış politikalar ve söylemler sonucunda göçmen gruplarının kendi içinde de ayrımcılığın körüklendiğine vurgu yapıyor. Birçok göçmen grup bu politikalar ve söylemlerin etkisiyle birbirlerinden nefret ediyor. Örneğin, “Suriyelilere devlet bakıyor, sahip çıkıyor “algısı, diğer göçmen grupların Suriyeli göçmenlerden nefret etmesine neden olabiliyor.
Uzun süredir Suriyeli mültecilerle sahada çalışan Rengin, özellikle Suriyeli kadın mültecilerin sorunlarının, yaşadıkları yoğun yoksullukla birlikte ele alınması gerektiğini belirtiyor. Suriyeli kadın göçmenler, tekstil atölyelerinden günde 12 saat, ayda 500 TL. ye çalışıyorlar. Sokaklarda neden 12 yaşından büyük Suriyeli çocuk görmediğimizin nedenini de Rengin açıklıyor. Çünkü 12 yaşından büyük Suriyeli çocuklar da bu atölyelerdeler, çoğunlukla da karın tokluğuna... Tekstil atölyelerinde çocuklarıyla yalnız kalan Suriyeli anneler de var. Bu kadınlar ve çocuklar, atölyelerde cinsel saldırıya açık haldeler. Nitekim bir katılımcı, Kumkapı’da birçok atölyede bir taciz odası olduğunu belirtiyor.
Türkiye’de Suriyelilere kaymakamlıklar üzerinden yardım ediliyor olması da ayrı bir sorun. Oysa Suriyeli göçmenler kaymakamlıkların kapısına çoğu zaman giremiyorlar, tartaklanarak çıkarılıyorlar, hatta o kapıda bile cinsel saldırıya maruz kalabiliyorlar.
200 TL.lik ev, Suriyeli olunca 800 TL.ye kiralanıyor. Ev sahipleri, çocuklarına tecavüz ediyor. Ev tutmadan, hastaneye, kaymakamlıktan, baronun adli yardımına ulaşmaya kadar tüm bu süreçlerde Suriyeliler ayrımcılığa uğruyor.
Rengin’in konuşmasında bahsettiği, Suriyeli göçmen kadınlarla yapılan bir araştırmanın sonucu, Suriyeli kadınların, %70’nin Türkiye’de kendilerini güvende hissetmediklerini gösteriyor. Suriyeliler bu ülkede kalmak istemiyorlar. Çalışmada Suriyeli bir kadın: “Bu ülkeyi istemiyorum, beni 3. bir ülkeye gönderin. Bu ülkede hiçbir şey değişmeyecek” diyor.
Kısacası, Suriyelilerin de Türkiye’ye ilişkin hiçbir umutları yok. Onlar da Türkiye’de kalmaktan mutlu değiller.
AFAD Kamplarında göçmen kadınlara neler oluyor?
Toplantıya katılan birçok sivil toplum temsilcisinin en çok dile getirdiği konu AFAD kamplarına sivil toplumun alınmayışı meselesi idi. Sivil toplum çalışanları, AFAD kamplarında kamp çalışanlarının, kadınların satılması ve evlendirilmelerinde aracı olduklarına dair birçok duyum aldıklarını dile getiriyorlar. Suriyeliler arasında da bu kamplarda kadın ve çocukların satıldığına ilişkin ciddi bir algı var. Bu nedenle birçok Suriyeli kadın, sokakta kalsa da AFAD kampına gitmek istemediğini söylüyor. Bazı kampların önünde araç kuyruklarından bahsediliyor. Katılımcılar, bu kamplarda insan ticareti, çocuk ticareti, şiddet gibi ciddi suçlar işlendiğine ilişkin duyumlar aldıklarını aktarıyorlar. Birçok sivil toplum örgütünün temsilcisi, AFAD’a başvurduklarını, ancak kamplara girmek için izin alamadıklarını belirtiyorlar. AFAD kamplarının biran önce sivil toplumun özellikle de kadın örgütlerinin denetimine açılması toplantıda dile getirilen ana taleplerden biri.
Türkiye’de göçmenlerle ilgili sistem işlemiyor. Sistemsizliğin kendisi bir politika olarak bizlere sunuluyor.
Mülteciler, göçmenler, bu ülkede gözlerimizin önünde yok oluyorlar. Tecavüz ediliyorlar, satılıyorlar. Kimse onları görmek istemiyor. Basın için de bu ikincil bir konu. “Büyük” adamlar, “büyük” işlerle uğraşmak istiyor. Birçok sivil toplum örgütü için bu “öteki” bir konu. Emeğin sömürüsü üzerine çalışanlar bile, ısrarla bu çifte sömürüyü görmek istemiyorlar. Oysa tekrar düşünmek gerekmez mi: Gerçekten de “kim kimin elinden ekmeğini alıyor”, “kiraları asıl yükselten kimdir”, “kimdir bu insanları satan, satın alan”, “gerçek bir ev sahipliği mi yapıyoruz”...
Kendimize ve kurumlarımıza sormamız gereken bir soru var:
Türkiye’deki göçmenlerin sesine ses mi olacağız, yoksa onları görmezden gelerek, bu ülkede yaşamlarının yitip gitmesine göz mü yumacağız?