“Bir yerde askerler bunları sezince hemen top, tüfek, kurşuna tutuyorlardı. Kaçıyorlardı, ben de kalkıp onlarla kaçıyordum. Ama takatim yok yani, çocuktum. En sonunda askerler bastı o yeri. Artık kim öldü, kim kaldı hiç bilmiyorum… Ceset öyleydi ki, taşlar, ormanlar nasıl… ceset öyleydi. O cesetlere basıp basıp kaçıyorlardı. Döndük geldik ki, yani ne bileyim, ceset öyle ki, o cevizlerin altı, o ormanlar, o yollar dolu ceset… Köpekler yemiş… bir kafa… bir parça… Herkes topladı o cesetleri, toprağı eştiler cesetleri içine attılar… Toprağı üstüne koydular…”[1]
Bu sözler 38 Dersim katliamının şahitlerinden Huriye Aslan’a ait. Huriye gibi on binlerce Dersimli çocuk ailesinin ve sevdiklerinin böylesine vahşice katledilmesine tanıklık etti. Devlet tarafından ailelerinden koparılan bu çocuklardan, “güzel ve sağlıklı” kız çocuklar rütbeli askerlerce seçildi, “sağlıksız ve çirkin” olanlar ise trenlere bindirilip tren güzergahı boyunca her istasyonda eşraf ve bürokratlara verildi.[2]
Dersim harekatı başladığında bombalardan kaçan on binlerce insan ormanlara, mağaralara sığındı. Çocuklarını koruyamadığı için nehre atanlar, tecavüze uğramamak için intihar edenler, mağaralarda zehirlenenler, kurda kuşa yem edilenler…
38 Dersim katliamını hiçbir sözün anlatabileceğini sanmıyorum. Bu konuda söylenecek, hala anlatılmamış o kadar çok söz var ki… Dersimle ilgili söz hiç bitmeyecek, ancak hiçbir söz asla olanları anlatmaya yetmeyecek!
Özür içinin doldurulmasını ister
Böylesine korkunç bir katliam, böylesine korkunç bir vahşet, zulüm ve acının Türkiye siyasetinde ele alınış biçiminin çirkinliğine bakalım:
Bundan birkaç yıl önce sırf muhalefeti zorda bırakma, sıkıştırma adına önce dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, özrü kabahatinden büyük dedirtircesine, “Eğer literatürde varsa, Dersim için özür dileriz” dedi.
Sonra CHP Başkan yardımcısı Sezgin Tanrıkulu bir televizyon programında “kendi ve partisi adına özür dilediğini” söyledi ve söyler söylemez CHP karıştı, Tanrıkulu “vatan haini” ilan edildi.
Geçen ay bir özür de AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Öznur Çalık’tan geldi. Çalık, "Dersim'de yaşanan katliamlar için özür dilerken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da devletin geçmiş dönemlerde Kürtlere yapmış olduğu zulüm için de özür diliyorum" diyerek katliamı “eski Türkiye” ye yıktı.
Ardından bir “kuru” özür de Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan geldi. Dersim ziyaretinde yaptığı konuşmada, “yanlışlık varsa düzeltmeye, devlet adına özür dilenmesi gerekiyorsa özür dilemeye hazır olduklarını” söyledi.
Özellikle diğer partileri köşeye sıkıştırmak, siyasi çıkar ve istismar adına dilenen bu politik özürler Dersimlilerin acılarına su serpmedi.
Özür sadece kelime olarak söylendiğinde hiçbir anlam ifade etmez, hatta böylesine özürler kızdırabilir. Nitekim kızdırdı da… Özrün birçok maddi ve hukuki tedbirlerle birlikte ele alınması gerekir.
Bu özürlerin hiçbiri Dersim katliamına ilişkin kararları alan ve uygulayanlara ilişkin ne tür adımlar atılacağını, Dersimlilerin kayıplarının ne şekilde telafi edileceğini, Dersim’in onurunun nasıl iade-i itibar edileceğini içermiyordu.
Kısacası, özür bu tarz devlet katliamları için mutlaka gereklidir ama yeter şart değildir.
Dersim niree, sen nire!
Gelelim MHP lideri Devlet Bahçeli’ye…
Başbakan Davutoğlu’nun Nevşehir Hacı Bektaş Aşure Gününde yaptığı konuşmada Dersim’i Kerbala’ya benzetmesi üzerine, Bahçeli “Dersim’deki hıyaneti Kerbela’ya benzetmeyi” şuursuzluk örneği sayarak, Dersim Katliamına “isyan”, katledilenlere de “terörist” dedi. Ve daha da ileri giderek “bugün olsa aynısını yapmaktan çekinmeyeceğini de” vurguladı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun "Cesaretin varsa Tunceli’ye gel” meydan okuması üzerine Bahçeli Dersim ziyareti kararı alarak, bu hakaretleri bir de Dersimlilerin yüzüne yapabileceğini düşündü. Böylece kendi deyimiyle “büyük Türk milletinin beka ve birliğini kanıtlayacak”, “Türk milletinin tertemiz sicilini” başta Dersimliler olmak üzere tüm dünyaya haykıracaktı.
Gerisini hepimiz biliyoruz.
Bahçeli Malatya havaalanına indi. Malatya ve Elazığ’daki ülkücüleri alarak binlerce polis eşliğinde Dersim’e girmeye çalıştı, giremedi.
Bahçelinin kente gelişine tepki gösteren Dersimliler kepenk kapattı, okullar açılmadı. Sabah saatlerinden itibaren Sihenk Mahallesi’nde bir araya gelen Dersimliler, ellerinde Seyit Rıza’nın resimleri ve “Dersim onurdur, onuruna sahip çık” sloganlarıyla Valilik binasına doğru yürüyüşe geçti.
Dersim’e giremeyen Bahçeli şehir merkezine 5 km. uzaklıktaki Valilik binasına gitti. Valilik binasının önünde on binlerce polise seslendi. Neler söyledi bakalım:
“İşte Tunceli’deyim” dedi. Oysa binlerce polise rağmen şehre giremedi.
“Milleti bölmeye çalışanlara izin verilemez. 1937-38’de Tunceli’de baş gösterenler isyandır. Bu isyana karışanlar da devrin bölücü teröristleridir” dedi. Dersimlilerin dedelerini aşağılar, acılarıyla alay ederken, bir sömürge valisi gibi sömürgecinin karargahının bahçesinde, sömürgecinin güvenlik güçlerine hitap ederek kendisini gülünç duruma düşürdü.
“Sayın Davutoğlu bilmiyorsa, öğrenmediyse buradan hatırlatıyorum: MHP’de mangal gibi yürek, demir dağları eritecek kadar devasa bir cesaret vardır” dedi. Binlerce polis tarafından korunduğu için “mangal gibi yüreği” kimse göremedi.
“Devlet diz çökmez. Devletin el etek öpeceğini ileri süren Başbakan’a diyorum ki devlet el de etek de öpmez” dedi. Onurlu devletler yaptıkları zulümler için halklarının önünde diz çökerler, bu onların itibarlarını düşürmez, tam tersine yükseltir Sayın Bahçeli!
Sonuç; Bahçeli’yi ne esnaf ne Cemevi ne de tek bir Dersimli kabul etmedi!
Devlet devleti ağırladı. Bahçeli, Valilik binasından gerisin geriye döndü. Dönerken aceleden olsa gerek bir de takla atıverdi.
Eeee, şimdi sormazlar mı?
Ey Devlet Bahçeli! Dersim niree sen nire!