Nurcan Baysal

13 Ekim 2014

“Bugün kardeşliğin inşa zamanıdır”

Bir halk sınıra yığılmış kardeşlerinin ölüm kalım mücadelesini izliyor.

Kurban Bayramının son günü Diyarbakır Sanayici ve İşadamları Derneğinin (DİSİAD)  yardım kamyonlarıyla birlikte Suruç’a hareket ediyoruz. Kamyonların içinde binlerce kışlık ayakkabı, çorap, iç çamaşır, kazak, ped ve çocuk bezi var.

Kamyonun ardı sıra gittiğimiz minibüsteki 10 işadamının yüzlerinde derin bir endişe var. Birkaç gündür gergin olan Diyarbakır’da dün gece ufak çaplı olaylar başladı. Minibüsteki tüm Kürt işadamlarının aklı ve kalbi Kobane’de:

“Dün gece hiç uyumadık, tüm gece Kobane için ağladık."

"Dün gece çok şey değişti. Kürtlerin bu ülkeyle ilgili algıları geri dönülmez bir şekilde değişti."

“Biz bu topraklar için beraber ölmedik mi, benim halkım da şuan kuşatılmış ve eşit olmayan bir savaşın içinde. Üstelik Türkiye savaşın diğer tarafına destek veriyor. Bu öfke uzarsa sonu kötü olur.”

 “Türkiye bir oyun oynuyor, sonunda herkesi yakacak.”

Yıllardır çoğunu yakından tanıdığım bu yurtsever işadamları, uzun yıllar boyunca karşılaştıkları güçlüklere rağmen Bölgede yaşamakta ve iş yapmakta diretenler. Kürt özgürlük mücadelesi Kürt sermayedarı da tüm Kürtler gibi etkiledi ve dönüştürdü. Bugün yoksullukla ilgili çalışmaların yanı sıra Bölgedeki toplu mezarların kazılmasından, mahpusların koşullarının düzeltilmesine kadar yapılan birçok çalışmaya Kürt sermayedarlar destek vermekte.

Suruç girişindeki kontrol noktasında durduruluyoruz. Polis sadece Suruç kimliklilerin geçebileceğinde ısrar ediyor. Yardım götürdüğümüzü söylemek de pek işe yaramıyor. Suruç Belediyesinden gelen bir yetkili eşliğinde bir müddet sonra Suruç’a girebiliyoruz.

“Devlet Bizi Sürekli Sınıyor” 

Yollar yoğun ve kalabalık. Sıcak bir gün. Suruç’ta dükkanların çoğu kapalı ama sokaklarda kalabalık bir insan seli var. Önce Suruç Belediyesinde bizi bekleyen Belediye Eşbaşkanı Zühal Ekmez ve BDP Şanlıurfa İl Başkanı Celalettin Erkmen ile görüşmeye gidiyoruz.

Zühal Hanım uluslararası yardım kuruluşlarından destek görmediklerini belirterek söze giriyor. “Kobene’nin düşeceğine inanmıyorum ama bu iş uzun sürecek. Konteyner kent çadır ve rehabilitasyon çalışmalarına ihtiyaç olacak. Sonuçta savaştan gelen insanlar. Diğer BDP’li belediyeler olmasaydı biz bu işin altından kalkamazdık. Burada güvenlik sorunu çıkacak. Daha şimdiden Türkiye’nin başka yerlerinden gelip buradaki çocukları kötü amaçlar için götürmek isteyenlerle karşılaşıyoruz.”

Suruç Belediyesi 80, 211 ve 30 çadırlık olmak üzere 3 farklı yerde kamp kurmuş. Belediyenin kamplarında 5000 Kobaneli kalıyor. Yine AFAD tarafından kurulan Suruç’taki kamplarda da 5000 civarında Kobaneli var. Oysa AFAD kamplarında en az 9000 kişilik yer olduğunu duymuştum. Zühal Hanım: “19’unda gelişler başladı. İnsanlar devletin çadırlarına yerleşmek istemiyorlar. Algıları vardı. Türkiye’nin İŞİD çetelerine yardım ettiği düşünülüyor. İnsanlar dışarıda yatıyordu ama devletin kampına gitmiyordu” diyerek neden bu kampların boş olduğunu anlatıyor.

Tüm bu işleri koordine etmek için Antep’e bir koordinatör vali atandığını ancak bu valinin atanmasından sonra belediyenin kamu ile ilişkilerinin daha da kötüleştiğini öğreniyorum. “Suruç Kaymakamı ve buradaki vali yardımcıları ile beraber çalışıyorduk ancak koordinatör vali atandıktan sonra artık telefonlarımıza çıkmıyorlar. Biz insani temelli yaklaşımla tüm herkesle ortaklaşmak istiyoruz. Ama devlet çalışmalarımıza destek vermiyor, devlet bizi sürekli sınıyor.  Kamp için elektrik istiyoruz, devlet diyor ki bizim kampa gelsin…”

Zühal Hanım devam ediyor:

“Kobane ve Suruç birbiriyle akraba, her şeyimiz aynı, köyler ortadan ikiye ayrılmış. Gelenlerin çoğu buradaki köylere yerleşti. Köylerle birlikte en son 28 bin kişi tespit ettik, ancak bu sayı her gün değişiyor. Gelenler ve gidenler oluyor.”

Toplamda bugüne kadar Kobane’den 60 bine yakın insanın geldiğini, bu insanların çoğunun mezralarla birlikte sayıları 200’ü bulan köylere yerleştiğini öğreniyorum. Halfeti, Birecik gibi ilçelere gidenler de olmuş. Bölgedeki köylülerin çoğunluğu şuan tarım işçisi olarak Türkiye’nin çeşitli illerinde olduğu için, Kobanelilerin köylere yerleştirilmesi zor olmamış.  Yine taziye evlerinden, camilere, ambarlara kadar her yerde Kobaneliler kalıyor. Belediye tüm bu köyleri ve yerleri tek tek gezerek battaniye, yatak gibi ihtiyaçların yanı sıra kuru gıda dağıtıyor. Kobane’den gelen nüfusun çoğu çocuk, kadın ve yaşlılar. Elbise ihtiyacının şuan çok fazla olmadığını, ancak gıda, kahvaltılık, ped ve çocuk mamasının sürekli azaldığını belirtiliyor.

“Stalingrad’da bile böyle değildi, tanka karşı tank vardı…”

Odadaki BDP Urfa İl Başkanı Celalettin Erkmen ise Kobane ve Türkiye’deki barış sürecinin birbirine nasıl göbekten bağlı olduğunu şu sözleriyle belirtiyor:

 “Kobani halkının biran evvel topraklarına dönmesi lazım. Devlet bu halk dağılsın istiyor, biz ise onlar dağılmadan burada toplu tutalım ki topraklarına dönebilsinler istiyoruz. Bu halkın soykırımına böyle yaklaşıyorsanız bu halkla barışamazsınız. Barış süreci devam etmez. İstikrarın devamı Kobene halkının topraklarına dönmesi ile mümkün.”

Devlet hep Kürtleri terbiye etmeye çalışıyor. Bu insanlar Türkiye’ye muhtaç edilmeli yaklaşımı var. Oysa tam tarım zamanıydı, tarlalarını ürünlerini bırakıp geldiler. Kürtler zaten yoksul bir toplum, uluslararası alandan da ses çıkmıyor. Devletten beklentimiz yok zorluyoruz ama bir şey yapmayacaklarını biliyoruz.”

Sohbet ederken dışarıdan sürekli ambulans ve siren sesleri geliyor.  Celalettin Bey:

“Stalingrad’da bile böyle değildi, tanka karşı tank vardı, burada ise tanka karşı keleş var. Burada 4. cephe açma girişimi oluşturuluyor. Dün İŞİD’den 2 dolmuş insan sınırdan geçti deniyor. İnsan zinciri oluşturmuşsun, çok insani bir eylem buna bile izin verilmiyor. Kobane’nin karşısındaki Etmanek boşalttırıldı. İŞİDlilerin buradan geçtiği söyleniyor, doğru mu bilemeyiz ama böyle bir algı var halkta. İŞİD sadece ağır silahlara sahip değil ayrıca profesyonel de yönetiliyor” diyor ve ekliyor:

“Bugün söylemde söylenen kardeşliğin inşa zamanıdır.”

Belediyeden sonra kaymakamlık ve belediyenin buğday ambarında kurduğu kampa geçiyoruz. Girişi ve çıkışı kontrollü olmayan bu kamp şehrin göbeğinde. Kamptaki 215 çadırda 2200 kişi kalıyor. Kamptaki görevliler  en büyük sorunun banyo ve tuvalet olduğunu söylüyor.  2200 kişi için sadece 20 tuvalet var. Yerler toprak. Kamptan çıkarken hayatımda ilk defa yağmur yağmasın diye dua ediyorum.

Suruç genelinde ise gelen Kobaneliler için en büyük ihtiyaç çadır. Çadırın yanı sıra yaralıların fazlalığından dolayı tekerlekli sandalye ve baston ihtiyacı da yoğun. Uluslararası yardımın kamu tarafından engellendiğini sık sık duyuyoruz.  Nitekim Belediye yardım depolarının olduğu yerde Almanya’dan hibe edilen ama kullanımına izin verilmeyen 2 ambulans bekletiliyor.

“Bir halk sınırda kardeşlerinin ölüm kalım mücadelesini  izliyor”

Sınıra doğru ilerliyoruz.  Köylerden geçiyoruz.  Yaşlı kadınlar çocuklar zafer işareti yapıyorlar. Dar köy yollarından arabalar geçip gidiyor, bir at arabasında birkaç yaralı hastaneye götürülüyor. Köylerdeki çocuklar karşıdaki patlamaları izliyor. Tüm yüzler Kobane’ye bakıyor. Sınırda insanlar sıcağın altında, karşıyı, dumanlar yükselen Kobane’yi izliyor. Kiminin elinde dürbün var, kimi at arabasının üstünde… Herkes öfkeli. Dümdüz bir alan. Karşıdaki tepede ilerleyen İŞİD araçları görünüyor. Her bomba patladığında dumanlar yükseliyor. Uzaktan uçak sesleri geliyor. Halktan biri kızgın bir şekilde yanımıza geliyor:

"Türk medyası yalan haber yapıyor, bilsinler ki bunun farkındayız ama bugün çaresiziz. Bir gün gelecek yalan haber yapanlardan hesabını soracağız. Türk medyasını artık buraya sokmayacağız.”

Tam o sırada çok büyük bir patlama daha oluyor, Kobane’den kara dumanlar yükseliyor.

 Bir halk sınıra yığılmış kardeşlerinin ölüm kalım mücadelesini izliyor.