Soğuk bir Diyarbakır günü. Yeni yıla girmeye 2 hafta var. Kobane eylemlerinden beri sessiz ve durgun olan çarşı pazara yeni yıl da beklenen hareketliliği getirmedi. Esnaf kan ağlıyor.
Bugün semt pazarı var. Her gün başka bir semtte kuruluyor, bugün benim mahallemde. Pazara gidiyorum. 15 yıldır her Cuma sebze meyvemi aldığım Hasip’le konuşuyoruz. Hasip kimya mezunu, ancak iş bulamadığı için yıllardır abisiyle birlikte pazarcılık yapıyor. Beni her gördüğünce “ne olacak halimiz?” diye soran abisi hemen yanıma geliyor.
“Ah Nurcan Hanım! Ne bu dünyadan ne ahiretten bir beklentimiz kalmadı, umutsuzuz. Konu Kürtler olunca CHP’si de AKP’si de bir. Bak halimize, bak şu pazara, meyvemiz bol, sebzemiz bol, ama bir tane gülen yüz var mı?” diye soruyor.
Bana sunulan kürsüde oturup bir yandan Hasip’in sunduğu mandalinaları yerken öte yandan da pazara bakınıyorum. 5-15 yaş arası çocuklar pazarda el arabaları ile taşımacılık yapıyorlar. Yerlere çöp olarak atılan otların arasında yaşlı kadınlar görüyorum. Yanında büyük ihtimal torunları olan bebelerle otları ayıklamaya çalışıyorlar. Belli ki bu artık otlar akşam yemekleri olacak!
Pazarda sebze meyve için dilenen Suriyeli göçmenler gözden kaçmıyor. Yoksul pazarcılar ellerini açan bu yoksul Suriyelilere sebze meyve veriyorlar. Yoksul yoksulu doyuruyor!
Oturduğum 10 dakika içinde en az 5-6 çocuk yanıma gelerek, “abla eşyan varsa taşıyalım mı” diye soruyor. “Yok” derken içim burkuluyor.
Hasip’in abisi konuşmaya devam ediyor: “Döneceğiz geçmişe, döneceğiz 90’lara. Hem de daha şiddetli, hem de daha kanlı. Valla korkuyorum”.
Diyarbakır’da uzun süredir herkes ürkek, herkes sessiz. Diyarbakır belli etmese de korkuyor.
Artık sokaklar boş, kafeler sessiz, çocukların ve gençlerin cıvıltısı ne zamandır duyulmuyor.
Kobane’den gelen yaralılar hastane ve evlerde. Birçok sivil toplum örgütü de yaralı bakım merkezine dönüşmüş durumda. Diyarbakır halkı yoksulu, zengini, öğrencisi, emeklisi ile gelen göçmen ve yaralılar için sessiz bir koşturma, dayanışma içerisinde.
Gelecek planlarımızı bu yıl da erteledik.
90’lara dönebilir miyiz? Yüksek sesle dile getirilmese de fısıltılarla bu konuşulmakta. Kobane eylemleri sonrası yaratılan 90’lara dönülebileceği algısı bir karabulut gibi şehrin üstünde geziniyor. Eylemler sırasında ve sonrasında görülen şiddet, tankların ve silahların şehre inmesi, sorgusuz sualsiz tutuklamalar, yargısız infazlar, ve artık “beyaz Toros” olmasa da etrafta dönüp durmaya tekrar başlayan sivil plakalı araçlar…
Bu şiddete paralel şehrin çeşitli mahallelerinde yol kesen, kimlik soran öfkeli gençler…
Açık söyleyeyim, korkuyoruz!
Çocuklarımızın bir geleceğinin olmamasından korkuyoruz! Onların bizler gibi bir çocukluk yaşama ihtimalinden korkuyoruz! Çocuklarımızın görebileceği ve uygulayabileceği şiddetten korkuyoruz! Şiddet içinde büyüyen çocuklarımızın öfkesinden korkuyoruz!
Umutsuzuz da… Bu ülkede barış içinde eşit bir biçimde yaşayabileceğimize dair umutlarımız her gün azalmakta. Dillendirmek istemesek de daha kanlı bir savaşa doğru gidildiği hissiyatı her yanımızı sarmış durumda. Kürdistan’ın dört bir parçasında savaşarak ölen Kürt çocukların her gün gelen cenazeleri ile acı ve öfkemiz katlanıyor.
Birden pazarda her tarafı İstiklal Marşı kaplıyor. Saatime bakıyorum 15:56. Ses karşıdaki liseden geliyor. Kürt gençlerin çoğunluğu yine törenden erken kaçmış, dağılmaktalar. Bir yandan mandalinayı yerken, bir gözümle çocukları takip ediyorum. Lisenin köşesine geldiler. Kaldırımda yürüyorlar.
Tam o köşede, o kaldırımda 90’larda katledilen bir yakınım geliyor aklıma. Hızla ayağa kalkıyorum, çocuklara gidip “orada ölü var, basmayın” diyeceğim. Hasip “nereye abla, daha elmaları tartacam” deyince kendime geliyorum, tekrar oturuyorum.
Onca yıl geçti, biz hala bu şehirde acı soluyoruz.
Bir yılı daha öfke, acı, korku ve umutsuzlukla kapatıyoruz.
Merak ediyorum:
Bizler burada korku ve umutsuzluk içindeyiz. Siz ne alemdesiniz?
Nurcan Baysal
05.12.2014, Diyarbakır