Nurcan Baysal

22 Ekim 2014

Bir köy nasıl yakılır?

Lice de 21 yıl önce bugün, 22 Ekim 1993’te böyle yakıldı; insanları, kuzuları, güzelim dut ve ceviz ağaçları, kuşları, tarlaları, mezarlarıyla…

“Doğu’da yakılan köyler” hep duyulan ama zamanla bir istatistiğe dönüştüğü için üzerinde yeterince düşünülmeyen bir konu.

Öncelikle yanlış bilinen bilgilerle başlayalım. Çoğumuz yakılan köylerin dağ başında, yerleşim yerlerinden uzak, ıssız, çorak yerler olduğunu düşünürüz. Ama benim gördüklerim öyle değildi. Büyük yerleşim yerlerine 15-20 dakikalık mesafelerde, yemyeşil, yanında Van gölü olan, cennet parçasıydı bu köyler. Bunlardan birinin hikayesini anlatayım size, Çorsin Köyünü (1).

Çorsin’in sakinleri mutlu yaşarlardı. Cevizleri, elmaları, koyunları boldu. Çorsin Köyü gölün yanı, cennetten bir parçaydı.

90’larla birlikte Çorsin Köyünde yaşam değişmeye başladı. Asker ve PKK sık sık Çorsin’e uğramaya başlamıştı. Çorsinlilere artık uykular haram olmuş,  insanlar mümkün olduğunca geceyi toplu geçirip sabahı zor etmeye başlamışlardı.

90’larla birlikte koruculuk sistemi başladı. Çorsin köylüleri sık sık karakola çağrılıyordu,  korucu olmaları isteniyordu. Çorsinliler  ise ellerine silah almak istemiyorlardı. Aylarca böyle karakola gidip geldiler, silah almayı reddettikçe aşağılanma, hakaret ve işkenceyle tanıştılar.

Sonra bir gün, çok soğuk bir kış gecesi, her yer metrelerce kar ile kaplıyken, askerler tekrar köye geldiler. O sırada  Türkiye birkaç gün  sonraki yeni yıl hazırlıkları ile uğraşıyor, gazeteler 1994 yılı için yıldız falları veriyor, Çiller 1993’ün terörle mücadele anlamında ne kadar başarılı geçtiğini televizyonlardan halka anlatıyordu.  O gün, askerler köylülere son kez ültimatom verdiler. 1 gün içinde ya koruculuğu kabul edeceklerdi, ya da köyü terk edeceklerdi. Eğer yapmazlarsa 1 gün sonra gelip köyde buldukları tüm erkekleri götüreceklerdi. 

Çorsinlileri bir korkudur sardı. Nereye gideceklerdi, nereye? Tek bildikleri doğup büyüdükleri Çorsin köyüydü. Nasıl gideceklerdi, hangi parayla gideceklerdi, gittikleri yerde nasıl geçineceklerdi, tek bildikleri bağdı, bahçeydi, hayvandı… Kadınlar jandarmayla gidip konuşmaya karar verdiler:

“O gün askere yalvardım, askere dedim ki nereye gideyim, izin ver kalalım, annem babam yaşlı, kocam burada değil, 5 çocuk var, ben nereye gideyim, yalvarırım bize izin ver evimizde kalalım dedim (2)”  diye anlatacaktı bir kadın bana  o günü. Ama onları kimse duymayacaktı.

1 gün sonra, Türkiye’nin yeni yıl kutlamaları arasında askerler son kez geleceklerdi Çorsin Köyüne. Çorsin hazırlıklıydı. Tüm kadın ve çocuklar kurşun geçirmeyeceği düşüncesiyle köydeki 2 taş eve sığınmış, erkeklerin bir kısmı kaçmış, başka köylere gitmiş, bir kısmı da kadın kıyafetleri giyerek kadın ve çocukların arasına sığınmak zorunda kalmıştı. 

“O gün askerler geldi köye. Biz hepimiz tek eve toplandık. Bir odanın içine sığındık. Üst üsteyiz. Camların önünü kapattık. Taş evde sessiz, nefes almadan bekliyoruz, kaplumbağa gibi kabuğumuza çekilmişiz. Dışarıyı dinliyoruz. Oğlum 2 yaşında, ‘çişim var’ dedi, ‘altına yap’ dedim.(3)” 

Saat akşam 22:00’da geldi askerler. Önce köyün etrafındaki tepelere tankları yerleştirdiler. Köyü tamamen sardılar. Köyün etrafındaki saman ve ağaçlardan başladılar yakmaya, böylece köy ateşin ortasında kalacaktı. Sonra yetinmediler, havan toplarıyla evlere  tek tek nişan  alındı. Sonra evlere girdiler.

Buldukları erkekleri çocuklarının gözü önünde dövdüler, kemiklerini kırdılar, dışarıya karın üstüne çıkardılar. Kemikleri kırık babalar köy meydanına  alındı.

Sonrasını yazmak bile zor… 

Çığlık ve büyük bir boşluk…

Sabaha doğru köylerinin yakıldığını duyan diğer erkekler köye ulaşmaya çalıştılar: 

“Şimdi biz geldik, baktık, köyde kimse yok, bağırıyoruz, ağlıyoruz arkadaşımla birlikte. O da şimdi Kuzey Irak’ta. ‘Kimse yok mu?’ diye ağlıyoruz, bir koku var. Otlar, ağaçlar hala yanıyor. Evlerin ateşleri yanıyor hala. Kimse müdahale etmemiş. Yastıklar, çek yatlar yanıyor, kokudan giremezsin köyün içine. Köyde kimse yok, hepsi başka köylere gitmiş.

Orada ağladık… Millet ağlıyordu. Herkes ağlıyordu. Hayvanlar, insanlar hepsi birden bağırıyordu.(4)”  

O gün insanlar ve hayvanlar çığlık çığlığaydı. Herkes ağlıyordu. Çorsin’in kuzuları, keçileri, eşekleri, evleri, ağaçları, otları, arıları, böcekleri, mezarları, atları, insanları yanıyordu! Çorsin çığlık olmuştu. Çığlıklar gökyüzüne ulaşmış, cehennem yeryüzüne inmişti…

Ertesi gün bir iki gazetede küçük bir haber olarak geçecekti öldürülen köylüler: “Çıkan çatışmada teröristler öldürülmüştü”. Türkiye yeni bir yıla girdiği gün, Çorsin’in kadınları ve çocukları gömebilmek için yerden babalarının, kocalarının etlerini topluyorlardı. 

“Bacaklarını kırdıktan sonra kocamı 5 çocuğunun gözünün önünde kırık vücuduyla dışarıya sürüklediler. Panzerler üzerinden 4-5 kez geçti. Ertesi gün kocamın etlerini yerden kazıdık.(5)”

Sonra Çorsinliler boşaltılan diğer 3000 köy gibi binlerce yıldır yaşadıkları topraklarını terk edip büyükşehirlerin yollarına düştüler… 

Böyle yakıldı bu köyler, bir rakamdan çok daha derin, çok daha öte…

Lice de 21 yıl önce bugün,  22 Ekim 1993’te böyle yakıldı; insanları, kuzuları, güzelim dut ve ceviz ağaçları, kuşları, tarlaları, mezarlarıyla… 

Lice çığlık oldu, duyan olmadı… 

Nurcan Baysal 
12.10.2014

1  Çorsin, Türkçe adı Düzcealan Köyü, Tatvan’a 15 dakikalık uzaklıkta, Kavar havzasındadır.
2 Nurcan Baysal, O GÜN, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014,sf.67. 
3  A.g.e. sf.64
4 A.g.e. sf. 78.
5  A.g.e. sf. 309