28 Temmuz 1943 günü, bundan tamı tamına 71 yıl önce, sabahın erken saatlerinde, 33 yoksul Kürt köylüsü evlerinden alınır, Sefo Deresi’ne götürülür ve orada kurşuna dizilirler. O gün bugündür Sefo Deresine giriş çıkışlar kapatılır, ve öldürülen bu Kürt köylüler gömülmeden kurda kuşa yem edilir.
Van’nın Özalp ilçesine bağlı Hatrabesorik, Milanengiz, Runehar, Heretel köylerinden 33 kişi, o dönemin 3. Ordu Komutanı Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın keyfi emrince, yaşlısıyla genciyle elleri arkadan bağlanarak diz çöktürerek kurşuna dizilir.
Önce köylüler gözaltına alınır. Gerekçe ilçenin sığırlarının çalınmasıdır. Oysa 1949 yılında Genelkurmay Askeri Mahkemesinde dönemin asker tanıklarından öğrendiğimiz kadarıyla İran’dan Saray’a mal ve davar kaçırmak işi 226. Alay 2. Sınır Taburu (Saray Taburu) inisiyatifinde gerçekleşiyordu.[1] Gözaltına alınan bu 33 köylü Muğlalı’nın emriyle hayvan ahırlarında tutulur, sırtlarına eyer vurulur, ağızlarına gem takılır ve askerler üstlerine binerler. Yüzbaşı Tezer ileride kurulacak mahkemede bu durumu şöyle anlatacaktır:
“Ben bu olayın ne kadar iğrenç olduğunu sivil olunca anladım. Orada robot gibisin. Sivilde kendimi bir cani, bir canavar gibi gördüm. Ne insanlık, ne din-iman ne de vicdan kalıyor…”[2]
Köylüler bir aya yakın bu ahırda kalırlar. Ne bir sorgulama ne de bir mahkeme kararı vardır. Sevdikleri ve tüm ilçe bir ay boyunca çeşitli yerlere dilekçe verirler ama sonuç alamazlar. Sonra bir gün sabaha doğru Sefo Deresi kenarına götürülürler. Olaya tanık askerler köylülerin bir kısmının yürüyemeyecek kadar yaşlı olduğunu anlatmaktalar. Niğdeli asker İsmail Çolak o sabahı şöyle anlatır:
“Köylüler yere dizüstü çökmüşlerdi. Her iki grup, yerde sürünerek yan yana gelmişti. Çoğu yüksek sesle dua okuyordu. Bağıran, çağıran, küfür edenler vardı… Ateş komutuyla yumdum gözlerimi. Şuursuzca basmışım tetiğe. Mermim bitmiş ama ben hala ateş vaziyetindeyim… ‘Dağ başını duman almış’ marşını söyleyerek döndük Saray’a…”[3]
33 köylünün öldürüldüğünü öğrenen Saray halkı gidip ölülerini almak ve gömmek ister, ancak ölüler verilmez. Sefo Deresine giriş çıkışlar kapatılır. 33 köylünün cesedi gömülmeden dere kenarında öylece bırakılır:
“Ölülerimizi bile bize göstermediler. Telgraf üstüne telgraf çektik. Ankara’ya adamlar yolladık, fakat nafile! Hiçbir olumlu sonuç alamadık. Zaten cesetler de ortalıkta kaldığı için çürümüş olmalıydı. Yüzlerce insan toplandık ve taburun önünde oturduk. Üzerimize asker saldılar, ölümle tehdit ettiler. Ancak imkanı yok biz yerimizden kalkmıyoruz. İki gün öyle bekledik. Sonra da çoluk çocuğumuz, eşimiz akrabamızla birlikte iki bine yakın insan Sefo Deresi’ne doğru yürüyüşe geçtik. Dereye üç-dört kilometre kalmamıştı ki, süvari birliği saldırdı bize. Çocuklarımızı atlarla çiğnediler, bizi dağıttılar”.[4]
33 kurşun katliamı, ardı arkası kesilmeyen başvurulara rağmen kovuşturulmaz, ta ki Demokrat Parti iktidarına kadar. Kürt aydınların ve DP’den bazı vekillerin ısrarı sonucu 9 Eylül 1949’da Genelkurmay Askeri Mahkemesinde dava açılır. Muğlalı tutuklanır. Savunmasında “Kürtlere normal davranılamaz” diyecektir. 2 ay sonra 20 yıl ağır hapse mahkum edilir. Karardan bir ay sonra fenalaşır ve cezasını çekemeden ölür.
Ancak 61 yıl sonra, 2004 yılında, devlet Özalp Jandarma Sınır Taburuna Orgeneral Mustafa Muğlalı adını vererek 33 köylüyü bir kez daha katletti. Gelen tepkiler üzerine 7 yıl sonra Muğlalı ismi kaldırıldı.
Ya kalanlar…
33 kurşundan geriye yetim çocuklar, eli kınalı gelinler, nişanlılar, gözü yaşlı analar babalar kaldı. Kayınpederi ve kocası öldürülen Latife o günleri şöyle anlatacaktır:
“Yirmi, yirmi beş gün sonra ölüm haberini aldık. Allah’ı çok aradım o günlerde; yerde, gökte, karanlık gecelerde ve her yerde; yok yok yok. Kuldan umudumuz yoktu zaten. Allah da yoktu…”[5]
Bazıları asker izni için köylerine geldiklerinde götürülecektir Sefo Deresine. Bazı çocuklar yıllarca babalarından ufak da olsa bir parça bulmak için dereye gitmeye çalışacak ama başarılı olamayacaklardır. Çocukları götürülenler bir daha asla asker elbisesi görmek istemeyeceklerdir.
Geride kalanların acısını katlayan en önemli nokta sevdiklerini gömemeyişleridir:
“Uzaktan bile olsa yılda bir iki kere gidip bakıyorum. Ama yerlerine gidemiyorum. Bedenleri kurda kuşa yem edildi. Cenazeye saygı olur. Vuruldu, vuruldu; bari cenazeleri geri ver? Ver de tertemiz yıkayıp defnedelim değil mi? Bu günah kimin boynunadır? Şehit olanın değil elbette. Onların hepsi de şehitti. Bu olayın günahı da vebali de devletin boynunadır.”[6]
33 Kurşun’un kitabını yazdığı için birçok ceza alan ve sonunda yurtdışına çıkmak zorunda kalan, ama katliamı araştırıp yazmaktan vazgeçmeyen, 20 yıllık sürgünlükten sonra henüz iki hafta önce vatanına dönebilen gazeteci Günay Aslan’a ve kitabı “Otuzüç Kurşun-Yas Tutan Tarih”i basan Avesta Yayınevine bu katliamları unutturmadıkları ve cesaretleri için teşekkür etmek gerekiyor. Kürtlerin sorgusuz, sualsiz, yargısız infazları Sefo Deresi ile kalmadı. Zilan Deresi, Kutu Deresi, Kotur Deresi, Kasaplar Deresi bunlardan sadece birkaçı…
Bugün 28 Temmuz 2014. Bundan tam 71 yıl önce Sefo Deresinde öldürülen, kurda kuşa yem edilen masum Kürt köylüleri Ahmet Arif’in 33 Kurşun şiiriyle analım:
Vurulmuşum,
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
…
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki…
Nurcan Baysal