Kar yağsa… Eskiden olduğu gibi… Öyle bir yağsa ki yollar kapansa, sokaklar sessizliğe gömülse… İşe gitmesek… Zaman durmuş gibi olsa… Evde, sıcak bir battaniyenin altında, üç gün boyunca hiçbir şey yapmadan, miskin miskin film izlesek… Uyusak, uyansak, kahve içsek, sıcak çikolata… Bir kadeh şarap eşliğinde pencereden yağan karı seyretsek… Hiçbir şey düşünmeden, hiçbir yere yetişmeye çalışmadan… Öylece 3 gün geçirsek… Bu arada kar hiç durmasa, hep yağsa… 3 gün… Lapa lapa… tıpkı kartpostallardaki o masalsı manzara gibi her yeri, her şeyi kaplasa… 3 gün… Ve biz, o kartpostalların insanın içini ısıtan manzarasında, ruhu ısıtan bir karede donup kalsak…
Hükümetten hiçbir yetkili herhangi bir konuda, herhangi bir açıklamada bulunmasa bu 3 gün boyunca… Sanki hiç yoklarmış gibi…
“Pahalı ürün satanları dize getirecek etkili yöntemlerden biri boykottur. Fırsatçılık yapanlara karşı en büyük kozumuz, satın almama özgürlüğünü kullanmaktır,” diyerek zamlarla sınadığı halkı boykot etmeye çağıran bir yetkili olmasa mesela…
Elektrik ve doğalgaza zam gelmiş. Kira artış oranı yüzde 60’ları bulmuş…Asgari ücret, gerçek enflasyon verilerine göre açlık sınırının altında kalmış. Emekli aylığı 14.469 TL olmuş, ‘çay-simit hesabı’ bile kurtarmıyor. Ben hesabı yaptım, buyurun bu da videosu…
“OH BE HER ŞEY YOLUNDA - Yeni Asgari Ücret: "Kim Ödeyecek?!"
Yol ve köprü ücretleri yüzde iki yüz artmış. Arabamız yok, o pahalı yollardan, köprülerden geçemiyoruz, ama geçemememizin cezasını, geçiş garantisi olarak yine cebimizden ödüyoruz…
Yani aslında boykot için ideal şartlar oluşmuş. Biz tam satın almama özgürlüğümüzün tadını çıkaralım derken, üstümüze yığılan vergilerle bunun pek de mümkün olmadığını anlamamız uzun sürmüyor. Her şeyden vergi alınırken, boykota hacet mi kalır?!
Bir de bu yılı ‘Aile Yılı’ ilan etmiş. Yıl boyunca yapılacak etkinlikler arasında ‘Aile İçinde Açlıktan Ölmeden 2026’ya Kadar Kim Kalacak?’ da var. Geçen sene ‘Emekli Yılı’ydı. Emekliler 2024’e lanet etmişlerdi. Aile yılı ilan edildiğinden beri ülkede aileler panik içinde. Aile içi depresyon oranları arttı. Boşanmak için mahkemeye başvuranların sayısı da yükselişe geçti.
Tüm bu açıklamalar yapılırken, iddialı gazeteci Ahmet Hakan Gabar’dan çıkarıldığını iddia ettikleri petrolü kokluyordu ekranlarda. Dersin şarap kokluyor! Bir gurmeliği kalmıştı… Ne sandınız?! Bu programlar ayık kafayla çekilmiyor herhalde.
Ahmet Hakan gibi gerçeklikle ilişiği kopuk gazetecilerin bolca fink attığı günümüz medyasında, Bruno Dumont'un France filmi tam anlamıyla ilaç gibi geliyor! Hem de kahkaha attıran cinsten.
France’tan Gabar’a: Gazeteciliğin etiği, Ahmet Hakan’ın petrol aroması
MUBİ’de izleme fırsatı bulduğum, Bruno Dumont'un 2021 yapımı "France" filmi, ünlü televizyon gazetecisi France de Meurs'un (Léa Seydoux) şöhret ve kişisel krizler arasındaki çalkantılı yaşamını anlatan, medya etiği ve gerçeklik algısı üzerine kışkırtıcı bir hiciv, bir kara mizah örneği.
Film, medya dünyasının yüzeyselliğini ve ahlaki ikilemlerini derinlemesine incelerken, izleyiciyi gazetecilik etiği üzerine düşünmeye davet ediyor. Dumont, baş karakteri France de Meurs aracılığıyla, modern medyanın gerçeklik ve kurgu arasındaki bulanık sınırlarını sorguluyor. France, savaş bölgelerinden yaptığı dramatik haberlerle tanınan bir gazetecidir; ancak bu haberlerin perde arkasında, sahnelerin kendi imajını yüceltmek için nasıl kurgulandığı gözler önüne serilir. Filmde, medyanın manipülatif doğası ve izleyicinin gerçeklik algısının nasıl şekillendirdiği anlatılır.
Dumont, filmde trajedi ve komediyi ustaca harmanlayarak, modern toplumun çelişkilerini ve medyanın bu çelişkilerdeki rolünü vurguluyor filmde. France karakteri, hem bir medya ikonası hem de kişisel hayatında derin boşluklar yaşayan bir birey olarak sunuluyor. Bu ikilik, izleyiciyi karakterle empati kurmaya iterken, medyanın insanları nasıl nesneleştirdiğine dair bir eleştiri de sunuyor.
"France", gazetecilik etiği, medya manipülasyonu ve bireysel sorumluluk temalarını işlerken, izleyiciyi medya tüketimi ve gerçeklik algısı üzerine düşünmeye sevk ediyor. Dumont'un bu eseri, medya dünyasının parlak yüzeyinin altındaki karanlık noktaları cesurca ortaya koyarak, izleyiciye derin bir sinematografik deneyim sunuyor.
Ahmet Hakan'ın ‘petrol tadımı’ performansı filmle sıkı bir bağ kurmamızı sağlıyor. Hakan’ın performansı, filmdeki etik tartışmayı yerli bir absürtlükle taçlandırıyor. Dumont, medyanın gerçekliği nasıl çarpıttığını anlatırken, Hakan'ın ‘şarap mı, petrol mü?’ ikilemindeki doğal oyunculuğu, bizlere medyanın kara mizahını yakından deneyimleme fırsatı sunuyor:)!
NOT: Surela Film, Kardeş Türküler’in 30 yıllık yolculuğunu beyaz perdeye taşıyor. Bu toprakların kardeşlik türkülerini, yani hepimizin hikayesini, özlemini anlatıyor. Sonuna gelmişler ve dayanışmaya ihtiyaçları var, az çok demeden siz de destek olun bu çorbada sizin de tuzunuz olsun. Linki tıklayarak kampanyaya katılabilirsiniz.