Nilüfer Göle

06 Haziran 2013

Gezi: Bir kamusal meydan hareketinin anatomisi

Gezi meydan hareketinin özgünlüğü nerede yatıyor? Hareketin kendisi gibi, anatomisine de ağaç dibinden başlamak gerekiyor.

Gezi meydan hareketinin özgünlüğü nerede yatıyor? Hareketin kendisi gibi, anatomisine de ağaç dibinden başlamak gerekiyor. Ağacı bahane gören zihniyet, hareketin manasını, masumiyetini ve kök gücünü ıskalıyor. Ağaçların yerlerinden sökülüp yerine AVM dikme projesi karşısında, gençler parkı işgal ederek yeni bir kentsel farkındalığı gündeme taşıdılar.

 

Zengin bir eylem repertuarı karşısındayız. Hareketin bir sözlüğü oluştu. Ayyaş ve çapulcu kelimeleri mizah süzgecinden geçirildi, evrildi çevrildi, kelimelere yeni manalar yüklendi. Tüm başkaldıranlar kendilerini ayyaş özellikle de çapulcu olarak takdim ederek, rencide eden, yaralayan sözleri tersyüz ettiler; bu da hareketin ortak kimliğini oluşturdu.

 

Erdoğan’ın kişiselleşen iktidarı, kendi zevkini, ufkunu dayatma alışkanlığı, insanların kendi hayatları, çevreleri, kentleri konusunda iktidarsızlaşmasına sebep oldu. Tüm ara mekanizmaların; basın, siyaset ve sivil toplumun aradan çekilmesi bugün tüm kızgınlığın Erdopan'ın şahsında ifade bulmasının nedenidir. Erdoğan meydandakilerin tek muhatabı olarak yalnızlaştı.

 

Bu hareketi siyasal mercekten okumak yanlış. Meydan hareketi  siyasal partilerden bağımsız, otonom olduğu ölçüde, ağaçların gölgesinde masumiyetini koruduğu sürece, demokrasinin toplumsal muhayyelesini, dokusunu yenileyebilir.  Tersine kendini siyasal hareket yerine koyduğu takdirde demokrasiden uzaklaşacaktır.

 

Nilüfer Göle

Sosyolog, EHESS, Paris

 

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine”

                                                                                           Nazım Hikmet

Gözümüzün önünde yepyeni bir hareket doğuyor.

Katılımcıların kendisi de hoş bir şaşkınlık içinde.

Kendi seslerini duymanın, eylemlerinin birleştirici gücünü görmenin coşkusunu, sevincini yaşıyorlar. Tansiyon beş gün sonra bile halen yüksek.Tedirginlik veren çatışma korkusu, polis baskısı, yaralılar, insan kayıplarına rağmen, şenlik havası hakim.

Bu hareket, tüm gözlemcilerin belirttiği gibi yeni bir eşiğe işaret ediyor.

Hareketin adını koymaya çalışıyoruz.

‘68 Fransız başkaldırısını hatırlatanlar, Arap baharına gönderme yapanlar, occupy wallstreet’i de kapsayan Avrupa “kızgınlar hareketi”ni kendine daha yakın bulanlar var. Gezi meydan hareketi ise bunların hepsi ve hiçbiri.

Hepsinden bir unsur taşıyor.

Hepsi gibi sokağa çıkma, meydanı işgal etme, vatandaşın nöbet tutma hareketi. Ama hepsinden ayrılan bir özgünlüğü var.

Fransa 68 gençlik başkaldırı hareketi, uzun süren De Gaulle iktidarının yıpranması sonucu kıvılcımlanan, “yeter” sloganıyla gençliğin sokakları işgali ve polisle çatışması. Gezi meydan hareketi de, 68 hareketi gibi, on yıllık iktidarın kişiselleşmesine “yeter” artık diyen bir başkaldırı hareketi.

Ancak, gençliğin öncülüğünde oluştuysa da birçok farklı kesimden insanı, bürosundan, işinden, ticaretinden, evinden çıkıp gelen insanları birleştirdi, sıradan vatandaşları kendine çekti.

Tahrir meydanının işgalinde simgeleşen Arap baharı, otoriter rejimlerin çözülmesine, demokrasi aracılığıyla çoğunluğun sesinin duyurulması talebine işaret ediyor. Türkiye’de ise çoğunluk demokrasisinin eleştirisi söz konusu.

Batı kentlerini saran kızgınlar hareketine gelince, küresel neo liberal ekonomi karşısında ezilen yok sayılan insan haysiyetini dillendiriyorlar. Gezi işgal hareketi de liberalizmi eleşitiriyor. Ancak meydana çıkanlar ekonomik krizin mağdurları değil.  Her şeyin ticarileştiği ekonomik büyüme canavarının piyonları olmak istemiyorlar. 

Bu meydan hareketinin özgünlüğü nerede yatıyor?

Hareketin kendisi gibi, anatomisine de ağaç dibinden başlamak gerekiyor.  Ağacı bahane gören zihniyet, hareketin manasını, masumiyetini ve kök gücünü ıskalıyor. Ağaçların yerlerinden sökülüp yerine AVM dikme projesi karşısında, gençler parkı işgal ederek yeni bir kentsel farkındalığı gündeme taşıdılar.

Çevreci duyarlılık ve kapitalizm eleştirisi içiçe geçti. Genelde kapitalizm, küresel güçler, finans dünyası, neo-liberalizm gibi soyut kavramlar nedeniyle vatandaşın gündelik dünyasında yeterince somutluk kazanmaz.

Türkiye’de ise kapitalizmin adı var: AVM.

Ticari kapitalizmin, tüketici toplumun, küresel emek sömürüsünün cisimleşmiş hali olarak, kentsel gündelik yaşamın bir parçası oldular. İlk başta hevesle karşılanan, tüketim gözdesi olduğu kadar gezinti mekanları olan AVM’ler, giderek göze batıyorlar. Doyumsuz tüketiciliğin, rant ekonomisinin dinamikleriyle birleşerek kent dokusunu altüst etmeye başladılar. Gezi Parkı'nın ortasına AVM inşa edilmesi, İstanbullular gözünde kamusal alanın, vatandaşa açık mekanın özel sermayeler tarafından istimlak edilmesinden başka bir şey değil.     

Sol Müslümanlar tarafından ortaya atılan “abdestli kapitalist” eleştirileri Türkiye’deki İslami dönüşüme işaret etmekteydi. Gezi hareketi, kültür yerine tüketimi öne alan hiper kalkınmaya karşı kentli yeni bir farkındalığa tercüman oldu.

Parkın korunması mücadelesi kelimenin tam anlamıyla, sadece metaforik değil, meydanın bizatihi fiziksel anlamda sahiplenilmesi, koruma altına alınması demek. Devletin ticarileşmesine, kent yaşamının rant alanına dönüştürülmesine karşı kamusal mekanı koruyorlar.

İktidarın biber gazı ve polis gücüyle müdahelesi kamusal alanın boğulduğunu, zehirlendiğini gözler önüne serdi. Vatandaşın evinden işinden koşup, çoluk çocuk, tencere tavalarıyla bu dalgaya katılması bu tespitin paylaşıldığını gösteriyor.

Gezi öncesi, kamusal alan daralıyordu.

İfade özgürlüklerinin kısıtlanması, gazetecilerin yargılanmaları, muhalif seslerin susturulmaları, işten atılmaları, oto sansürün yaygınlaşması canımızı acıtan bir biçimde, en son Hasan Cemal olayının ayyuka çıkardığı gibi, epey zamandır gündemde.

Son başkaldırının ana medya tarafından yayınlanmaması, iktidarın nasıl ifade özgürlüğünü tekeli altına aldığının hazin bir göstergesi oldu. Ortaya Türkiye’nin kanal zenginliğine yakıştırmakta zorlandığımız bir tablo çıktı.

Yaşam alanlarına girileceği korkusu zaten ilk günden beri, kimi zaman İslamofobi’ye varan bir biçimde toplumun bir kesiminin, “endişeli modernlerin” gündeminde. Cumhuriyet mitingleri, her ne kadar darbecilikle lekelendiysede, cumhuriyet sınıflarının korkularını, yaşam biçimlerine müdahele edileceği kaygısını ifade etmişti.

Öte yandan laikliğin sokağa çıkmasının, toplumsallaşmasının ilk sinyallerini veriyordu. Bugünkü hareket ise gönüllü bir sivil direniş hareketi. Laikliğin devlet otoritesi altında dışlayıcı yorumunu benimsediğini söyleyemeyiz. Seküler değerlerin, yaşam biçimlerinde cisimleştiği bir gençlik hareketi.

Ama çoğulcu.

Meydan”da birleştirici.

Ahlak adına yaşam alanlarına müdahele edilmeye başlanması, Ankara metrosunda öpüşen gençlere uyarı anonsunda olduğu gibi, kamusal alanın İslami değerler çerçevesinde yeniden düzenlenmeye kalkışıldığına dair kuşkuları arttırdı. Alkol satışını düzenleyen yasa, özellikle etrafında oluşan ahlakçı söylem nedeniyle tepki yarattı.

Erdoğan’ın kişiselleşen iktidarı, Kars’taki heykelden, İstanbul’daki AKM projesine kadar, kendi zevkini, ufkunu dayatma alışkanlığı, insanların kendi hayatları, çevreleri, kentleri konusunda iktidarsızlaşmasına sebep oldu.

Kamusal yaşam, tek pehlivanlı meydana dönüştü.

AKP, milletvekilleri, yerel yöneticiler oyuna katılamadan seyirci kaldı. Gezi Parkı konusunda İstanbul Belediye Başkanı'nın yatıştırıcı sözleri kaynadı gitti. Tüm ara mekanizmaların, basın, siyaset, sivil toplum, aradan çekilmesi, bugün tüm kızgınlığın Tayyip Erdoğan’ın şahsında ifade bulmasının nedenidir.  Meydandakilerin tek muhatabı olarak yalnızlaştı.

Kamuoyu nezdinde Başbakan’ın hitap üslubu bir mesele haline geldi.  Samimi bulunan, yer yer mizah konusu olan çıkışları, giderek vatandaşı rencide edici, horgören, haysiyet kırıcı bir üsluba dönüştü.

Nitekim, Gezi meydan hareketi “saygı” ve “edep yahu” sloganıyla kamusal adabın önemini hatırlatıyor. Genelinde yetişkinlerin, özellikle de muhafazakar kesimin tekelinde olduğu düşünülen saygı, edep gibi kavramlara genç ve özgürlükçü bir hareketin sahip çıkması kendi içinde paradoksal gözüküyor.  Bu hareket diline özenli, ötekine saygılı yeni bir kamu kültürünü toplumsal sahneye koyuyor.     

Meydan hareketinin bir özelliği sahneye koyma yetisi.

Siyasal hareketlerden farklı olarak, doğaçlamaya, mizaha, yaratıcılığa açık bir hareket. Nitekim gençler 60’lı yılların barış ve karşı kültür hareketlerinin amblemi Woodstock rock festivalini hatırlatırcasına, müzik, ekoloji, politika, çiçek, bira ile birlikte bir tür komün yaşamını meydanda tecrübe ediyorlar.

Bugünün küreselleşen iletişim ağları, sosyal medya, facebook, twiteer aracılığıyla sahneye koydukları, doğaçladıkları alternatif barışçıl meydan kültürünü an be an, eşzamanlı bir biçimde dünya seyircileriyle paylaşıyorlar.

Zengin bir eylem repertuarı karşısındayız.

Hareketin bir sözlüğü oluştu.

Ayyaş ve çapulcu kelimeleri mizah süzgecinden geçirildi, evrildi çevrildi, İngilizce deyimlerle karıştırıldı, farklı medyalar, kişiler bu oyuna dahil oldu, kelimelere yeni manalar yüklendi.

Murat Belge, ayyaş kelimesinin kabalığını eleştirirek, örneğin akşamcı kelimesinin rakı geleneğine ve içki içmenin inceliklerine gönderme yaptığını ve Türkçe’yi iyi bilenlerin aslında bu nüansları idrak edebileceklerini söyledi.

Tüm başkaldıranlar kendilerini ayyaş özellikle de çapulcu olarak takdim ederek, rencide eden, yaralayan sözleri tersyüz ettiler; bu da hareketin ortak kimliğini oluşturdu.

Kelime oyunu programının sunucusu çapulcu kelimesinin sözlük anlamını değiştirip karşısına “düşüncesini fiilen gerçekleştirmeye çalışan kimse, etkinci, eylemci” tanımını düşerek hareketin oyunbaz dinamiğini televizyona taşıdı.

Gezi hareketi iktidarın kutuplaştıran siyasetine ve söylemine karşı insanları meydanda, bir ağaç etrafında birleştirdi. Genç yaşlı, öğrenci bürokrat, feminist ev kadını, müslüman solcu, Kürt Alevi, kemalist komünist, Fenerli ,Beşiktaşlı, bir araya gelmesi düşünülemeyecek kişileri, fikirleri, yaşam biçimlerini, kulüpleri bir araya getirdi. Belki bu insanlar bir an için sahne aldılar. Ama bu an artık meydana, kollektif belleğe kazıldı.

Kimilerinin gözünde bu hareket yine de bir azınlık hareketi olarak kalmaya mahkum, çünkü siyasi alanda yaptırım ve muhalefet gücü oluşturamaz. Ancak demokrasilerde aktif azınlıkların önemi, dönüştürücü gücü küçümsenemez.

Daha önemlisi bu hareketi siyasal mercekten okumak yanlış. Meydan hareketi  siyasal partilerden bağımsız, otonom olduğu ölçüde, ağaçların gölgesinde masumiyetini koruduğu sürece, demokrasinin toplumsal muhayyelesini, dokusunu yenileyebilir.  Tersine kendini siyasal hareket yerine koyduğu takdirde demokrasiden uzaklaşacaktır.

Bu nedenle saygıya davet ile istifa çağrısı farklı dinamiklere işaret eder. Haysiyet ayaklanmasıyla, iktidarı devirme arayışı birbirine karıştırılmamalıdır. Bu, sokağın demokrasi kurallarını çiğnemesi, seçimleri saymaması anlamına gelir.

Meydan hareketi daralan kamusal alana nefes aldırdı. Meydanların vatandaşa açık olması gerektiğini, devlet kontrolünde hapsolamayacığını ya da kapitalizm elinde parsellenemeyeceğini savundu.

İktidarın gözünde ise kamu düzeni var, kamusal alan yok. Meydan kaos demek anlamına geliyor olsa gerek. Bir avuç marjinal, çapulcu eylemine “pabuç bırakmamayı” görevi addediyor. Yönetim biçimi, yasal düzenlemeler, vatandaşı disipline etme merakları, meydanları bireylere bırakmakta zorlandıklarını gösteriyor. Meydan demokrasisi yerine sandık demokrasisini yeğliyorlar.

Demokrasi mücadeleleri farklı zaman dilimleri içinde yer alabiliyor.  Ordunun siyasi alandan çekilmesi, Kürt hareketiyle barış sürecine girilmesi, Ermeni soykırımı tabusunun tartışılması, her biri kendi başına Türkiye’nin demokratikleşmesine işaret ediyor.

Köklerinin geçmişe ve derine uzandığı bu kadar önemli meseleler yanında Gezi Parkı hareketi, gündelik meselelere kitlenmiş, ayrıcalıklarını korumak isteyenlerin hareketi olarak küçümsenebilir. Hatta kimilerince AKP’yi yıpratarak barış sürecini örselediği iddia ediliyor.

Öte yandan barışı istemeyen, ya da barışın demokrasi getirmeyeceği, tersine AKP iktidarını pekiştireceği görüşünde olanlar da var.  Ancak sivil direniş hareketi demokrasinin sınırlarını daraltan değil, genişleten bir hareket oldu. Nitekim harekete destek veren BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Sürreyya Önder’in dediği gibi, bu direnişin barışa zarar vermesi düşünülemez; ancak tahakküm, yani o insanlara alan açmamak, onları kaale almamak sürece zarar verir.  

Gezi meydan hareketi demokraside yeni bir eşiğe geldiğimizi gösteriyor.

Kemalist İslamcı, ulusalcı bölücü, reformcu darbeci, yenilikçi muhafazakar gibi siyasal ve düşünsel hayatımıza damgasını vurmuş karşıt ikiliklerin artık sandığımız kadar işlevsel olmadığını bize bir kere daha ispatladı.

Meydan bir araya toplanma, tartışma, dayanışma, içiçe geçme mekanı ve vesilesi oluyor.  Kütüphaneler kuruluyor, kandil simidi dağıtılıyor.

Yeni bir vatandaşlığın provası yapılıyor. 

Yazının İngilizce metnini okumak için tıklayın