Son kadın cinayeti Özgecan ile ilgili söylenecek söz çok.
Zira, onunla ve cinayetle hayatlarını yitirmiş tüm kadınlara ilgili söylenen, yazılan her şey, hep eksik. Tamamlanamayacak da...
Peki bundan sonrasını nasıl kuracağız?
Sokakta, medyada veya siyasette fark etmiyor şu anda toplumca zihinsel bir yarılmanın içerisindeyiz. Bu yarılma kadın cinayetlerine yönelik havada uçuşan “idam etme,” “hadımlaştırma” önerileri ile “demokrasi ve hukuk kurallarının uygulanması” arasına sıkışmış halde. Her iki yaklaşımda da gözden kaçan nokta ataerkillik ve yeni Türkiye değerleri. Bu zihniyet ile mücadeleye istikrarlı bir şekilde karar vermedikçe özgür yaşamdan yana tavır alınamayacak.
Failin de muhalifinin de ortak haz anı: Şiddet
Yarılmanın bir ucunda daha çok ölüm, daha çok bedensel disiplin, kısaca idam veya hadımlaştırma talep ederek intikam diyenler var. Başka bir yaşamı kurmanın yollarını arayanları bir anlamda naif buluyorlar. Onlara göre, mesele ile ilgili ciddi adım atabilmek ancak şiddet içeren çözüm önerileriyle mümkün. Öfke ile başa çıkabilmenin bu coğrafyada öğrenilmiş en kestirme yolu bu. Bu ataerkilliğin de en bildik ezberlerinden.
Bu ezber katillerle ve tecavüzcülerle aynı öfke ve hazdan besleniyor. Failin kadınları katlettiği veya tecavüz ettiği anda duyduğu öfke ve haz ile, idamı veya hadımlaştırmayı seyredenlerin seyir anında duydukları haz aynı. Ancak, şiddet ediminin verdiği bu öfke ve intikam duygusundan alınan haz meselenin özüne dair bir çözüm sunmuyor. Zira ister vajinaya penis sokulsun, isterse karna bıçak fark etmez. Esas fail hep aynı: Kadına karşı duyulan sistematik nefret ve öfke. Kadına haddini bildirme telaşı. Ve Türkiye’nin Ataerkil kültüründe, kadınların bu nefreti, bu öfkeyi, bu had bildirme telaşını, “fıtratları gereği” hakettikleri düşüncesinin içselleşmiş olması.
İdam veya hadım etmek gibi öneriler kadınların öldürülmesinin asıl nedenini, yani nefreti, öfkeyi ve onların dışavurumu olan şiddeti ortadan kaldırmıyor; tam tersine onlardan besleniyor. Nitekim bu gibi cezaların çözüm olmadığını Prof. Şahika Yüksel T24’deki bir söyleşisinde, net bir şekilde özetliyor:
Çözüm demokrasi ve hukuk ama, yeni Türkiye değerleriyle mi?
Bugün cinayetler sonrasında zihinsel yarılmanın taraflarından birini oluşturan duruş demokrasi ve hukukun etkin uygulanmasının şiddetle mücadele için gerekliliğimi vurguluyor. Demokrasi de, hukuk da önemli araçlar ancak, her ikisi de toplumsal adaleti sağlamak konusunda insanların onlara atfettiği değerlerle sınırlılar. Ve Türkiye’de bu değerler ataerkilliğin yanı sıra kadının cinselliğini sürekli vurgulayan siyasi mesajlarla adeta şekilde yeniden üretiliyorlar.
İktidara geldiğinden bu yana hükümet kadına yönelik şiddet ve cinayetler konusunda çelişkili bir sınav verdi. Bir yandan, Fatma Şahin döneminde kadına yönelik şiddetle ilgili belirgin adımlar atıldı. Ancak, ne şiddete uğrayan kadınları koruma süreçleri istikrarlı bir şekilde ele alındı, ne de fail erkeklerin davalarının üzerine istikrarlı bir şekilde gidildi. İstikrarlı bir şekilde ele alınan sadece aile ile hayatı sınırlandırılmış, hizmet eden kadın imajının yerleştirilmesiydi. Kadın eş, anne ve bakıcı oldu. Lakin özgür ve eşit yurttaş olamadı.
Mesele bu işi ele alırken sözü kadın bakış açısıyla kurmayı becermekte. Bugün hükümet bunu uygulamaktan çok uzak. Kadına yönelik şiddetle ilgili 1980’lerden bu yana çalışmalar yürüten ve etkin deneyim ve bilgi birikimine sahip kadın hareketindeki sivil toplum kuruluşları hükümetçe kadına yönelik şiddet ve cinayetle ilgili süreçlerden uzak tutuluyorlar. (Son örneği Kadın Koalisyonu’nun sitesinde mevcut)
Üstelik kadının cinselliği hiç olmadığı kadar vurgulanıyor siyasette ve medyada. ‘Ahlak’ kisvesi altında tecavüze uğramak normalleştirildi. Tecavüze uğrayan kadınlar bebeklerini doğurmak zorunda bırakıldı. Kadının bireysel kararı olması gereken kürtaj bugün, yasada serbest olmasına rağmen birçok devlet hastanesinde fiilen uygulanmaz hale geldi. Beşiktaş iskelesindeki kadınların mini eteği dönemin başbakanının, spikerin dekoltesi ise partili arkadaşının içini gıcıkladı. Sigara ve içki konusunda televizyonu çiçeklerle sansürleyen zihniyet kadına yönelik şiddet, silah, hukuk dışı adalet arama yöntemlerini istikrarlı bir şekilde servis etti. Bugün bir bakan adaleti hukuk yerine silahına sarılarak arayabileceğini rahatça söyleyebiliyor. Veya bir esnaf da kartopu oynayan yani sözünü şiddet yerine ‘neşeden’ kuran birini –arkadaşımız Nuh Köklü’yü- bıçaklayabiliyor. Ve bugün bazı erkek milletvekilleri fikrini beğenmedikleri kadın milletvekillerine şiddet uygulayabiliyor!
Başta kadınların sarmalandığı, yaşamını şiddetten yana kurmak istemeyen erkeklerin de uzak duramadığı demokrasi ve hukuk ülkesi Türkiye’de hal bu. Bununla mücadele yöntemleri de büyük formüllere dayanmıyor. Kadınlar bunu yıllardır dillendiriyor, eyliyor. Demokrasi ve hukuk olduğu iddia edilen ülkede değerlerin ve yasaların özgür kadın bakış açısıyla yenilenmesi. Daha da önemlisi değişen bu yasaların mahkemelerde, değerlerinde medyadan eğitime toplumun farklı alanlarında uygulanması. Çözümün detayları feminist ve queer (obiçim) aktivizminde ve literatür sayfalarında var. Ve bu sayfalar kadınlar kadar erkeklere de açık.