Nil Mutluer

28 Mayıs 2014

Türkiye demokratikleşmesi için fırsat: ‘Kötü Çocuk’ Aleviler

Bugün ‘kötü çocuk’ ilan edilenlerin, önümüzdeki dönemin siyaset sahnesinde Türkiye’yi demokratikleştirmeye yolunda ileriye taşıyan, iyi aktörler olarak rol aldıklarını görmemiz hayli mümkün.

Sivas’ta hava ağırdı geçen Cumartesi...

Sivas’ta hava hep ağır. 1993, 1978’den geriye Pir Sultan Abdal’a gidiyor hikaye...

Cumartesi günü ise bir cenaze taziyesi için gittiği Okmeydanı cemevinde polis ateş açtığı sırada kurşunla vurulan can, Uğur Kurt, son yolculuğu için Sivas’taki köyü Üzeyir’e geldiği için ağırdı hava.

Ama hava sadece Sivas’ta ağır değil. Anadolu coğrafyasında Alevilerle de sınırlı değil. Uğur Kurt’u son yolculuğuna uğurlamak üzere köyü Üzeyir’e gidene kadar yolda eskiden Ermeni olan köylerden geçiyoruz. Bugün Sivas’ta Ermeniler neredeyse yok denecek kadar az ve aktif olmaktan çekiniyorlar; Anadolu’daki diğer Ermeniler gibi. Alevi köylerine geldiğimizi ise Sünnilerin yaşadığı köylerini geçtikten sonra yolların bozulmaya başlamasından anlıyoruz. Gerçi Anadolu’nun içlerinde daha bozuk yollar da görmüştüm. Alevi köylerine çıkıyordu hepsi de.

Alevi köylerinin her daim altyapı, yol, okula ulaşım, iletişim hatlarının bozukluğu gibi sorunları var. Aleviler gündelik hayattan, bürokrasiye, iş hayatına kadar ayırımcılığa uğruyorlar. Özellikle devlet bürokrasisinde üst düzeylerde, karar mercilerinde Aleviler oldukça az. Veya Alevi kimliklerini gizliyorlar. Eskiden başörtülülerin üniversiteden dışlanması gibi şimdi de, Alevi kimliği bilinen araştırma görevlilerinin atamalarının gelmediği, mülakatta inancının sorulduğu veya hatta el altından “hiç başvurmasın” dendiğine ilişkin tesadüf olamayacak kadar çok yaşanmış örnek var. Taktığı Zülfikar’ını saklamak, oruç tutarmış gibi yapmak, çocuklarına Alevi olduklarını söylememelerini tembihlemek artık rutinleşmiş baskılardan korunmak için, reflekse dönüşmüş gizlenme taktiklerinden. Tüm bu yaşananlar sistematik, ancak sistematik olduğunu ispatlamak çok güç.

İnanç sisteminin şehirleşmeyle epeyce zarar görmüş olması, Alevilerin şehirlerdeki gündelik ve siyasal yaşamını da etkilemiş durumda. Zira Alevilik sadece bir inanç değil, aynı zamanda içerisinde sosyal, ekonomik ve adalet mekanizmaları da  barındıran bir değerler ve yerinden yönetim sistemi de. 1960’lardan bu yana şehirde sürdürülemeyen bu sistem özellikle sol ideoloji ile eklemlendi ve bu eklemlenme bir inanç sistemi ve sosyal yapı olan Aleviliğin bir politik "kimliğe" dönüşmesine neden oldu. 1980 darbesi sonrasındaki süreçte, eskiden Kemalistlerin çoğunlukta olduğu devlet kadroları yerlerini Sünni İslamcı karolara bıraksa da, otoriter devlet zihniyeti aynı kaldı. Üstelik, tüm darbelerin öncesinde Alevilerin yoğun yaşadığı mahallelerde devlet kadrolarıyla bağlantılı provokasyonlar katliamlarla sonuçlandı. Geziye giden yolda ve sonrasında sıkça AKP tarafından da ‘kötü çocuk’ ilan edilen Alevilerin egemen sisteme nasıl bir tehdit oluşturduğunu anlamak, Alevi meselesinin çözümünün Türkiye’nin demokratikleşmesi için nasıl bir fırsat sunduğunu görmemize de imkân veriyor.  

 

Aleviler neyi temsil ediyor?

 

Aleviler, kökleri yüzyıllarca önceye giden otoriter devlet politikalarının dayatmaya çalıştığı tektipleştirici yapı ve söylemin bütünselliğini, içlerinde barındırdıkları inanç ve etnik çoğulluk ile değiştirmeye adaylar. Adaylar diyorum zira, egemen sistemin değişmeyen ayrıcalıklısı Sünni İslam anlayışına sığmıyorlar. Aynı zamanda her ne kadar yaşadıkları tarihi ve coğrafi çeşitlilikten kaynaklanan farklı ideolojik formasyonları olsa da, Aleviler etnik çoğulluğa sahip. Hem inancın hem de etnik yapının çoğulluğu egemen sistemin bugün bile değerleri değişse de sürdürmek istediği homojen otoriter yapıya taban tabana zıt.

Çözüm için devletin yapması gerekenler belli. Şeffaf, adaletli bir demokrasi için eşit yurttaşlık ilkesini benimseyen anayasal ve yasal düzenlemeleri yapmak ve uygulamak. Geçmişle yüzleşmek ve gerekli telafi adımlarını atmak. Ancak, ne devletin tarihi ne de AKP’nin demokrasiden otoriterleşmeye evrilen sürecindeki politikaları gerekli adımlarım atılacağı konusunda umut vaat etmiyor. Tersine bugün AKP de, devlet geleneğini kullanarak siyaseti kutuplaştırıyor ve konjonktürel olarak işine geldiğinde yakınlaştığı, gelmediğindeyse uzaklaştığı etnik ve/veya dini kimliklere ilişkin politik hassasiyetleri, kentleşme-rant ilişkileri, gelir bölüşümü, emekçi hakları ve demokratikleşmeye ilişkin sahici meseleleri örtmek için kullanıyor.

Alevilerin ve Türkiye'nin demokratikleşmesini dert edinenlerin yapabilecekleri var. Aleviler, inanç ve sosyolojik taleplerini tektipleştirici kimlik siyaseti içerisinde dile getirmek yerine, içerisinde çoğulculuğu barındıran Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açacak bir tavır almalı ve bu tavra uygun bir eylemlilik içinde bulunmalılar. Bugüne kadar ana akım siyaset ve medya “Alevilerin ne istediklerini bilemediklerini” veya “birlik olamadığını” vurguladı. Şehirleşmeyle ortaya çıkan siyasi bölünmüşlük, inanç olarak Aleviliğin, sosyolojik olarak da Alevilerin bölündüğü gibi bir indirgemecilikle değerlendirildi. Oysa, bölünenler siyasi aktörler. İnanç değil. Zira, Alevilik yüzyıllardır farklı coğrafyalarda farklı etnik kökene sahip Alevilerce çoğulluk halinde yaşanıyor. Bugün asimilasyon politikaları ve şehirleşmeden inanç oldukça zarar görmüş olsa da, ocak sisteminin merkezi yönetime karşı geliştirildiği yapı yerelleşmenin konuşulduğu şu günlerde büyük önem taşıyor. Zira, bu coğrafyanın ruhi şekillenmesini etkilemiş bir inanç ve felsefe sistemi olan Aleviliğin değerleri yereli yerelin dilinden kurma imkanını da içinde barındırıyor.

Bu noktada, özellikle Kemalist aktörler ve Kürt hareketiyle ilişkilenen Alevilerin ve bu yapıların kimlik eksenli siyasal söylemlerini, hem kendi içlerinde, hem de birbirleriyle kurdukları ilişkilerde gözden geçirmeleri faydalı olacaktır. Kimlik temelli - ve tam da bu nedenle ayrıştırıcı - söylemlerden, mesele temelli siyasete geçmek, hem bu kimliklerin bekası, hem de Türkiye’de çoğulcu bir demokratikleşmenin hayata geçmesi açısından kritik önem taşımaktadır.

Esasında Alevi aktörlerin bugün bunun adımlarını attıklarını söylemek de mümkün. Bu örnekler arasında, Alevilerin, AKP’nin düzenlediği Alevi Çalıştayları sırasında taleplerini ortak bir şekilde dile getirmeleri veya mesela geçtiğimiz ay Köln’de Dersimli Kürt Alevi Kadınların, Türk, Arap, Çepni, Tahtacı Alevilerini de davet ettikleri konferans gibi çalışmalar sayılabilir. Bu gibi örnekler çoğalıp örgütlendikçe,  kimlik siyaseti ile Alevileri ‘kötü’ çocuk ilan ederek diğer gerçek gündemi gizlemeye çalışan iktidarların, bu çabaları da boşa çıkacaktır.

Kısaca bugün ‘kötü çocuk’ ilan edilenlerin, önümüzdeki dönemin siyaset sahnesinde Türkiye’yi demokratikleştirmeye yolunda ileriye taşıyan, iyi aktörler olarak rol aldıklarını görmemiz hayli mümkün.