Hepimiz seçimi konuşuyoruz. Heyecanlıyız, depresifiz, karamsarız, umutluyuz... Bu kadar karışık duygular içinde olmamızın temel nedeni, bu seçimin diğerlerinden farklı olması. Zira, bu seçimle Meclis’e girecek vekillere karar vermekten öte, bundan sonraki yönetim biçimimizi de şekillendirmiş olacağız. Türkiye bundan sonra yüzünü özgürlük, çoğulculuk, barış ve adalete mi dönecek; yoksa içe kapalı, tek tipleşmiş, çatışmalı, güvensiz, ölümlü gri ortamını daha da mı karartacak, 8 Haziran'da belli olacak. Kısaca, geleceğimiz 7 Haziran'da bizim elimizde ve bu da bir matematik ve zihniyet işi. Matematiğin de zihniyetin de etkili elemanı belli: HDP!
HDP'nin Meclis’te olup olmaması bu kadar önemliyken, gündelik hayat karşılaşmalarında HDP'nin bir yandan umudu ördüğünü görüyorum ancak, diğer yandan seçimlerin matematiğinin tam anlaşılmış olup olmadığından emin değilim. Zira, seçim dönemi boyunca yanlış bilgilendirme hiç durmadı. Bu doğrultuda, 8 Haziran sabahı HDP'li ve HDP'siz bir Meclis’e uyanmanın Türkiye'ye nasıl yansıyacağını rakamlar ve zihniyet etrafında yeniden konuşmak anlamlı geldi. HDP'nin İstanbul milletvekili adayları ekoloji konularında uzman akademisyen Beyza Üstün, feminist avukat Filiz Kerestecioğlu ve ekonomist akademisyen Sezai Temelli ile konuyu derinlemesine ele aldık.
Söyleşiye geçmeden önce bu önemli konulardan bugünkü matematik ve zihniyeti doğrudan etkileyen bir noktaya sizin de dikkatinizi çekmek istiyorum. Anketlerde HDP'nin oy oranının bıçak sırtında olduğunu biliyoruz. "HDP barajı geçerse 70 milletvekili ile mecliste yer alacak, geçemezse bu 70 milletvekilinden 64 tanesi AKP'ye, 4 tanesi CHP'ye, 2 tanesi de MHP'ye gidecek." Sezai Temelli bu matematiği ortaya koymakla beraber son araştırmalarda Türkiye'nin yüzde 56'sının HDP'yi mecliste görmek istediğini de vurguluyor. Yani, HDP mecliste olmazsa çoğunluğun isteği olmayacak.
HDP'nin Meclis’te yer alıp almaması özellikle doğu illerinin mecliste ne şekilde temsil edileceğini epey etkileyecek gibi duruyor. Bu minvalde, olası kompozisyonlarla ilgili neler düşünüyorsunuz? 8 Haziran'da HDP Meclis’te yer alırsa nasıl bir Meclis olur? Yer almazsa nasıl?
Sezai Temelli: Son araştırmalar gösteriyor ki eğer HDP barajı geçerse Diyarbakır'da 9 vekili HDP alacak 2 vekili AKP alacak. HDP baraj altında kalırsa Diyarbakır'da 10 vekili AKP, 1 vekili HÜDA-PAR alacak. Bu tabloyu sadece doğu illerinde değil, batıda da görmeniz mümkün. Örneğin HDP barajı geçerse İstanbul'da 13 vekil bekliyor. Bunların sonucunda şu tablo ortaya çıkıyor, yüzde 10.04 ile HDP barajı geçerse 70 tane vekili Meclis’te oluyor.
Bu 70 vekilden, bu temsiliyetten vazgeçmiş oluyor Türkiye. HDP barajın altında kalırsa, Türkiye genelinde 70 vekilin 64 tanesi AKP'ye, 4 tanesi CHP'ye, 2 tanesi de MHP'ye gidiyor. Bu temsiliyette ciddi bir asimetri yaratacaktır. Bir kere HDP'ye oy verenler temsil edilmediği gibi, Türkiye'de HDP'nin parlamentoda olması gerektiğini söyleyenlerin de örtük temsiliyeti eksilecek. Mesela Türkiye'de yapılan araştırmalara göre Türkiye seçmeninin yüzde 56'sı HDP'nın parlementoda olmasını istiyor. Dolayısıyla bu ikincil tercih anlamında bir temsiliyetin eksikliği, en önemli noktası bu. Yani, sadece yüzde 10 HDP'ye destek vermiş seçmenle ilgili bir şey söylemiyoruz. Yüzde 56'nın da "HDP parlementoda olsun" tercihini aslında bu baraj engellemiş oluyor.
Türkiye'nin genel seçmeninin çoğunluğu sizce neden HDP'yi parlementoda istiyor?
Sezai Temelli: Seçmen bilinçli çünkü, biliyor ki o zaman parlementoda nitelikli bir temsiliyet olacak. Hem de komisyonlarda artık AKP'nin o tekçi anlayışı yıkılacak, komisyon aritmetiklerini bozmak için bile bu önemli. Seçmen bunun farkında. Türkiye seçmenin yüzde 56'sı HDP'nin barajı geçmesini istiyor, istiyorsa bunun önemli bir bölümü oy vermeli ki HDP barajı geçsin.
Son günlerde HDP güçlendikçe ortaya atılan, artık hepimizin de alıştığı bazı iddialar var. Biri HDP'nin seçim sonrası AKP ile işbirliği yapacağı. HDP bunu yalanlıyor. Hatta CHP ile koalisyona sıcak bakabileceğini bile söyledi. Ancak gene de AKP olmasa bile HDP'nin İslami işbirliği içerisinde olacağı yönünde söylentiler özellikle laik kesimlerde dolaşanlardan. Size de yeniden sormak istiyorum, bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz? AKP ile HDP'nin ayrışan politikaları neler?
Beyza Üstün: HDP ve AKP o kadar ayrı, birbirine taban tabana zıt şeyler söyleyen iki politik zihniyet ki. Mesela bilboardlarda biz kendi savaş uçağımızı yapıyoruz diyen reklamları vardı. Roboskili aileler protesto edince o reklam indirildi. Nükleer santralden Roboski'ye, Gezi'den diğer alanlara kadar canımızı bu kadar yakan katliamlar dururken, HDP gibi özgürlükleri öreceğini söyleyen bir parti bu katliamları yapanlarla nasıl koalisyon yapabilir? Aynı masaya oturup muhalefet yapar ama koalisyon yapmaz. Bir de biz devletin dini olmaz diye düşünüyoruz. Herkes kendi özelinde dini kararları alır ve yürütür. Bizim zaten halkın iradesiyle bütün süreçleri örme temel politikamız, dinde de aynı şey. Ayrıca, AKP'nin devam ettiği yol bizim yolumuz değil. Örneğin, Akkuyu Nükleer Santrali ile ilgili çalışmalar yürüyor. Biz parti olarak buna karşı dava açtık. Nükleer santral bir enerji politikası değildir. HES'lerin suyun doğal akışından koparılıp şirketlere devredilmesi bir enerji politikası değildir. Suyun satılması için ticarileşmesidir. 3. köprü çalışmasında birileri iflas ediyor, işler diğerlerine devam ettiriliyor. Kentsel dönüşüm tüm hızıyla devam ediyor. Bundan AKP'li seçmen de, CHP'lisi de endişeli. Bu hafta kentsel dönüşüm ile ilgili bir bölge çalışmasındaydım. Oraya AKP'ye oy verenler de, CHP'ye geldi. HDP'nin ofisi önünde meseleyi konuştuk, çalışmamızı yaptık. AKP'nin bütçeyi 2017'nin sonuna kadar ayakta tutmak için geliştirdiği stratejiler arasında mera, orman ve tarım alanlarını şirketlere devretmek yer alıyor. Bu kabul edilebilir bir yaklaşım değil.
Filiz Kerestecioğlu: Biz yerinden yönetim anlayışını benimsiyoruz ve her türlü otoriter, merkezileşmeye karşı çıkıyoruz ama, diğer tarafta karşımızda sadece tek liderlik anlayışıyla duran bir politika var. Bu iki zıt anlayışın yan yana gelip koalisyon yapması nasıl mümkün olabilir? Temel hedefimiz mecliste esaslı bir muhalefet yapabilmek. İnanç meselesi ile ilgili bizim adaylarımız arasında Aleviler var. Ermeni adayımız var. Farklılıkları taşıyan, barındıran bir partiyiz. Keşke baraj söz konusu olmasa ve çok sayıda inanç ve kimlikten adayımız mecliste yer alabilse. Bu kısıtın nedeni Türkiye'nin demokrasi ayıbı olan baraj sistemi. Bir de harcanan paralar anlamında da bakmak lazım. Türkiye'de öncelik hiçbir zaman insana verilmiyor. Devlet hizmet etmek için vardır, hepimize hizmet etmesi lazım ama biz de sanki insanlar devlete hizmet ediyorlarmış gibi bir anlayış var. En büyük bütçeler ya milli savunmaya ya da Diyanet'e ayrılıyor. Biz inancın yanındayız, karşı çıktığımız inançlara yönelik ayrımcılık. İnançlara ya da inançsızlığa eşit mesafede olunmalı. İnsana, yaşama, cinsiyete duyarlı bütçeler ve yasalar önemli. Enerji ile ilgili. AVM'ler enerjileri birinci sırada tüketen sektör. Savaş sektörü demir çelik de ikinci sırada. Yaşamı yıkan sanayiler yerine tarım, hayvancılık ve turizmi de hatırlayalım. İnsanlar küçük yerlerde kendi tohumlarını toplayarak yaşamlarına devam edebiliyordu. Bu sistem gittikçe zarar gördü. Kadın meselesi de başlı başına bir konu. Şiddetle bütünlüklü mücadeleye devam edilmeli. Şiddet gören kadınların tıbbi, psikolojik, hukuki, ekonomik destek alabileceği bir merkez olmalı. Kadınlar AKP ile esnek çalışma adı altında eve yönlendiriliyor. AKP 21 yıldır belediyecilik yapıyor. Her 50bin nüfuslu yerde belediyenin sığınma evi açması gerekiyor. Sonra bunu 100 bin nüfusa çıkardılar. Ancak, bu uygulanmıyor. Bununla ilgili hesap sorulması gerekiyor. Kadın cinayetlerinin önlenmesi sorumluluğunu devlet yerine getirmiyor. Toplu yaşama alanlarının hepsi kadın ve çocuklarında kullanabileceği şekilde tasarlanmalı. Eğitimde toplumsal cinsiyet ayrımcılığı eğitiminin zorunlu olması gerekiyor.
Türkiye'nin özellikle batı kesimlerinde doğu illerinde 40 yıla yakın zamandır yaşananlar bilinmiyor. Üstelik, IŞİD'e karşı devam eden sınır mücadelesi de göz önüne alındığında HDP'nin bölgede seküler yaklaşımı koruyan bir yapıda olduğu iddia edilebilir. Keza, Fazıl Say, Bekir Coşkun gibi kişiler buna vurgu yaptı. Siz mecliste olduğunuzda hem Türkiye'ye hem de İstanbululara bunu nasıl anlatmayı düşünüyorsunuz? Batı illerindeki bu algı yanılsaması nereden kaynaklanıyor?
Filiz Kerestecioğlu: Türkiye'de istatistiklere bakıldığında çok önemli sayıda insan barışın devam etmesini istemektedir. Kimse çocukları ölmesini istemiyor. Müzakerenin sürmesi gibi bir istek var insanlarda. Aslında ben insanların gerçekten de 'biz Gezi'de bunları yaşadıysak, kim bilir Kürt coğrafyasındaki insanlar neler yaşamışlardır' diye düşündüklerini de düşünüyorum. Bunu hakikaten en sağdan bakan insanların dahi düşünmeye başladığını tahmin ediyorum. O yüzden sanki bizler de meclis de olursak o köprü daha kolay geçilecek ve bu harcın üstüne koyacak tuğlalar da daha sağlam olacak gibi geliyor. Mesela benim açımdan İstanbul'daki feminist harekette, yıllardır süren kadın mücadelesiyle Kürt kadın mücadelesinin buluştuğunu düşünüyorum. HDP'nin temsil iradesi, kadınların verdiği mücadeleyle birleşti. Bu çok önemli bir şey. Ben kimsenin artık öfke politikası istemediğini, insanların bu öfke ve birbirine karşı olma halinden de yorulduğunu görüyorum. Hakikaten MHP'li olan da, Saadet Partili olan da, önceden AKP'ye vermiş ama şimdi vermeyecek olan ya da CHP'li olan da bize sempatiyle bakıyor, iyi çalışıyorsunuz diyor. Sizin barajı geçmenizi istiyoruz diyor. Bunu artık tek ses istemedikleri için söylüyorlar. Bir de bizim partimizdekiler sivil toplum içindeki mücadele alanlarından gelen insanlar, aktivistler. Bu bağ bundan sonra da zaten kopmayacak, mecliste olmanın bize getireceği en önemli şeylerden biri sivil toplumun meclisle bağının hiçbir zaman kopmayacak olması. Başka partilerde bu tam da bu şekilde işlemiyor bu. Yani evet insanlar parti içerisindeki mücadeleden geliyor, ama aslında sivil toplumdan, sivil toplum örgütlerinindeki mücadeleden gelmiyorlar pek. Bizde ise sivil toplumdan gelen insanlar çok ve dolayısıyla o daha bağımsız, o siyasete daha dışarıdan, daha mesafeli bakan aklı da koruyabiliyoruz.
Sezai Temelli: Biraz önce bahsettiğim gibi Türkiye'de yapılan araştırmaların yüzde 50-60'a yakını HDP mecliste olsun diyor. Yüzde 25'i yani, her dört kişiden biri de HDP’ye oy verebilirim diyor. Ama sonuçta geliyoruz anketler bizi hala bıçak sırtında gösteriyor. Yani barajı geçebiliriz de geçemeyiz de. Şimdi bu neden böyle oluyor? Türkiye’nin en büyük mitinglerini yapıyoruz. Hatta birilerinin kalesi diye kabul edilen kentlerde bile gerçekten çok güzel mitingler gerçekleştirdik. Nereye gittiysek ilgi, sempati harika. Selahattin Demirtaş özelinde çok ilgi var. Türkiye hasretini çektiği bir lidere kavuşuyor gibi bir hava da var. Evet bunlarının hepsini biliyoruz. Ama bize beslenen bu sempati, bu ilgiyle bizim barajı şimdiye kadar çoktan fersah fersah geçmiş olmamız lazımdı. Yani sonuçta o oy verme anı hala kritik. O algıyı kırabilecek bir şeyi bu kadar kısa zamanda iki yaşındaki bir partinin girdiği ilk seçimde başarması çok güç. Zaten kritiklik de burada işte. Yani Batı'nın, Doğu'ya bakması, Türklerin Kürtlere bakması seküler hayatı benimsemişlerin mütedeyyinlere, dindarlara bakması. Yüz yılı aşkın süredir devam eden devletin algı yönetiminin arada açtığı yarılmalar o kadar derin ki, bunlar bilinçli olarak o kadar güzel karşı karşıya getirilmiş ki! Türkiye’deki siyasi partililer iktidarlar da bir süre sonra her ne kadar özgürlükçü söylemi taşıyarak da iktidara gelseler de bir süre sonra bu algı yönetimi aparatı olmaya dönüşürler. Bugün AKP de bu aparata dönüşmüş halde. Kürt sorunu yoktur sözü Cumhurbaşkanı'nın ağzından çıktığı andan itibaren angajman tamamlanmıştır. Çünkü bu bir kurucu aklın iradesidir ve hala yansıyor. HDP tam da buna karşı bir parti. Yani karşı iktidarın partisi, halk iktidarının partisi. Ama tam da karşımıza çıkan kritik bir önyargı var burada ve ne yaparsanız yapın bunu aşmakta güçlük çekiyorsunuz. Türkiye'nin entelektüel dünyasında bile güçlük çekiyorsunuz. Mesela yorumcu söze şöyle başlıyor: 'bir Kürt partisi olmaktan nasıl kurulacaksınız?' Yanıt veriyoruz: 'Biz Kürt partisi değiliz.' O yine de sormaya devam ediyor: 'Kürt partisi olmaktan nasıl çıkacaksınız, nasıl Türkiyeleşeceksiniz?' Diyoruz ki biz zaten Türkiyeliyiz, zaten buradayız, bu siyaseti hep böyle sürdürdük. Peki bu önyargıya karşı ne yapıyoruz? Şöyle bir mesaj vermeye, bunu anlatmaya çalışıyoruz: Biz sadece Kürt sorunun çözümüyle ilgilenmiyoruz, biz Türkiye’nin demokrasi meselesini bir bütün olarak ele aldık, hepsiyle ilgileniyoruz. Buraya siyaset yapmağa geldiğinizde kendinizi burada bulabilirsiniz, çünkü beraber yapacağız siz ötekileştirilmeyeceksiniz, dışlanmayacaksınız, bizzat aktif birer özne olarak var olacaksınız. Geldiğimiz bu eşiği ancak böyle ve ancak şimdi aşabiliriz, bu önemli ve tarihi bir fırsat. Birlikte siyaset yaparsak bu sorunu çözeriz diyenler gelecek ve ya hep beraber geçeceğiz bu eşiği ya da geçemeyeceğiz. Geçemezsek eski kendini tekrar etmeye devam edecek ama biz yine siyaset yapmaya devam edeceğiz. Çünkü biliyoruz ki eskiyi ancak böyle tasfiye edebiliriz. Tam onun eşiğindeyiz. Bu seçimler bir fırsat olabilir. Bu barajın yıkılması bu anlamıyla büyük bir fırsat olabilir.
Beyza Üstün: Mecliste olmamız siyasetin güçlenerek değişmesine hız katacak.