İyi seneler!
Bu dileğimin Diyanet’in son hutbesine uygun bir açıklama olduğunu varsayıyorum. Varsayıyorum, zira hutbede yeni yıla yaklaşımın ne olduğu pek açık değil. Hutbe yılbaşı kutlamalarının beraberinde getirdiği israfın ve “emek harcamadan” kazanılan paraların verdiği “üzüntü” ile gündeme düştü. Esas tepkiyi ise bazı ilçe Milli Eğitim Müdürlükleri’nin, bu hutbeden aldıkları feyzle, okullarda yeni yıl kutlamalarını yasaklamasıyla çekti. Bu tepkiler haklı. Ancak, hutbenin tamamı okunduğunda, satır aralarında, çok daha uzun geçmişe sahip bir bilincin varlığı da dikkat çekiyor. O da kurumun cumhuriyetten bu yana ekonomi-politik eğilimleri ve toplumda benimsenmesi istenen değerlerin korku-kazanç arasındaki geliş gidişi ile açıklanabilir.
Yanmaktan korkup “cenneti kazanmak”
Diyanet’in yılbaşı hutbesinde ay veya güneş yılı olsun yeni seneyi karşılamakta bir sakınca olmadığı söyleniyor. Hatta anlamlı öğeler de var hutbede. Sene sonu muhasebesi yaparken insanların yıl boyunca eylediklerini, söylediklerini düşünüp içlerine bakmalarının önemi vurgulanıyor, mesela.
Toplumda iç görü geliştikçe adalet, huzur ve barışın da gelişeceği aşikar. Bu da sadece Müslümanların değil, tüm toplumların kazanç sağlayacağı bir mesele. Buna itirazım yok. Ancak, benim takıldığım hutbedeki yeni yıl dileği cümlesi:
“Gelen yılın günlerinde cenneti kazandıracak işler yapabiliriz.”
Piyangoyu kazanmak yerine cenneti kazanmak... Yeni yıl muhasebesini cehennemden kaçmak, cenneti kazanmak için yapmak...
Bu cümle dört sene kadar önce Fatih Üniversitesi’ndeki bir öğrencimle aramda geçen bir konuşmayı anımsattı bana. İnanç üzerine İslam’dan- Budizm’e uzun ve derin okumalar yapmış bu öğrencim, benimle yalnız konuşmak istediğini söylemişti. Kafeteryanın sakin bir köşesine oturduk. Bana fısıl, fısıl, Ateizmin kendisine daha anlamlı geldiğinden bahsetti. Ama esas sorunu bu değildi. Esas sorunu, Ateist olamamaktı, çünkü cehennemde yanmaktan korkuyordu.
Ona “neye inanacağına duyguların ile karar vereceksen, bu duygu korku yerine sevgi olsun” dediğimi hatırlıyorum. Korkudan beslenen hiç bir kararın sahici ve samimi olmadığını düşünüyorum, çünkü.
Yanmaktan korktuğumuz için bir dine ait olmak ne kadar samimiyetten uzaksa, cenneti kazanmak için hesap kitap yapmak da o kadar inançsal içtenlikten yoksun. Korku söyleminin inançların siyasi bir güç haline gelmesinde etkisi büyük. Özellikle Türkiye gibi, yurttaşların özgürlüklerinin sürekli olarak kısıtlandığı, en temel özgürlüklerini kullanan insanların cezalandırıldığı ve hak arama mekanizmalarının sağlıklı işlemediği ülkelerde, korku daha da etkili.
Bu korku ortamında, kendisini güvende hissetmeyen kişi için kazanmak, fırsatları değerlendirmek ise günün neo-liberal ekonomi-politiğine pek uygun!
Diyanetin güçlenen ekonomi-politiği toplumun korku-kazanç değerlerini şekillendirmenin neresinde duruyor? Bu bir anda cevaplaması kolay bir soru değil. Zira, sadece Diyanet değil, aynı zamanda cumhuriyet dönemi devrim kanunları Türkiye’de 90 yıldır inanç özgürlüğünü ciddi anlamda sekteye uğrattı. Diyanet cumhuriyet tarihi boyunca tek resmi referans oldu. Bir anlamda Türk ulusunu inşa projesinde dini zapturapt altına alma görevi bu kuruma düştü. 1965 anayasası ile bu göreve toplumun ahlakını şekillendirmek ve 1982 anayasası ile de “milli birliği” sağlamak vazifeleri eklendi. Hal böyle olunca Diyanet’i konuşmak ister istemez siyaset, inanç, toplum ve yurttaşlığı da konuşmak demek.
Kurumun kapsamı ve gücü ile ilgili paylaşılan bilgiler resmi görüşü yansıtırken, kamu ile paylaşılmayan, dağınık bilgiler de var. (1) Örneğin, kurumun bütçesinin üzerine bu kadar spekülasyon yapılmasının temel nedeni önemli bazı verilerin kamuoyuna açıklanmaması. Bunların başında 1975 yılında Diyanet’in faaliyetlerine destek vermek ve yardımcı olmak üzere kurulmuş Türkiye Diyanet Vakfı’nın ekonomik verileri geliyor. Bu verilerin kamuoyuna açıklanmaması büyük bir zaaf, zira Vakıf bugün yurtiçi ve yurt dışı faaliyetleriyle de oldukça etkin. Ayrıca, camilere yapılan bağışlar gibi kamudan toplanan meblağlar da tam olarak bilinmiyor. Kısaca, kurum hakkındaki bilgiler halen resmi söylemin ötesine geçemiyor, paylaşılmıyor veya oldukça kısıtlı.
Oysa, özellikle 2010 yılında gerçekleştirilen hukuki düzenlemeler ile Diyanet’in faaliyet ve görev alanı genişletildi. 2012 yılında devlet protokolündeki yeri 51. sıradan 10. sıraya yükseltildi. Bugün Diyanet sadece dini bilgiye kaynaklık eden bir kurum da değil. Toplumsal “ahlakın” ve “milli” değerlerin korunmasına yönelik çalışma ve müdahaleleri, siyasi açıklamaları, aile ve kadına yönelik kapsamlı faaliyetleri, uluslararası alandaki projeleriyle kurum Türkiye içinde ve dışındaki Türkiyelilerle ve Müslümanlarla aktif bir ilişki içerisinde. Ayrıca, AKP döneminde Diyanet İşleri Başkanları da fikirleri sık sık sorulan kanaat önderleri olarak konumlandılar. Özellikle son Başkan Prof. Dr. Mehmet Görmez sadece inanç ile ilgili değil, aynı zamanda Kürt ve Alevi meseleleri gibi siyasi konulardaki açıklamalarıyla da gündeme geliyor. Bugün Diyanet resmi açılış törenlerinde protokolde ön sıralarda yer alan, siyasi koşullar değiştikçe yeri geldiğinde gerekirse çelişkili açıklamalar yapmaktan kaçınmayan ve hükümetçe sık sık danışılan siyasi bir aktör.
Kısaca Diyanet, hep olduğu gibi bugün de, devletin en önemli “ideolojik aygıtlarından” biri. Hangi ideolojinin aygıtı olduğu ise döneme ve iktidardaki zihniyete göre değişiyor: Eskiden devletin dini zapturapt altına alma hedefine hizmet eden Diyanet, bugün dini referansları vurgulayarak “Yeni Türkiye” toplumu değerlerini şekillendiriyor.
1 Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ekonomi-politiği üzerine etraflıca tartışma Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin yeni yayınlanan Sosyo-Ekonomik Politikalar Bağlamında Diyanet işleri Başkanlığı: Kamuoyu’nun Diyanet’e Bakışı, Tartışmalar, Öneriler çalışmasında bulunabilir. Aynı çalışmada KONDA’nın gerçekleştirdiği Diyanet algı araştırması da yer alıyor.