Birçok Alevi gibi Postnişin Veliyettin Ulusoy da her karşılaşmamızda Aleviliğin gördüğü zararlara değiniyor ve açıkça 'İnanç öldürülüyor' diyor. Sadece Ulusoy değil, dedelerden taliplere, Alevi kurum temsilcilerinden örgütsüz Alevilere kadar inancın gördüğü zararlar değinilen önemli bir konu.
Peki Alevilik neden bu kadar hedefte? Ve inanç öldürülüyor, derken ne kastediliyor? Tek bir cümle ile Alevilik bu coğrafyada hem İslam'dan tamamen bağımsız olabilen, hem de bazılarınca İslam'la ilişkilenebilen bir inancın varlığını gösteriyor. Bu da, Sünni İslam anlayışı çerçevesinde inançları şekillendirmeye çalışan ve XVI. yüzyıl Osmanlı'sından bugüne devam eden merkeziyetçi devlet anlayışına tehdit oluşturuyor. Alternatif bir İslam anlayışı veya İslam dışı yaygın bir inanç olma ihtimali bugün devlet politikalarının kaldırabileceği bir durum değil. Alevilik, aynı zamanda alternatif bir yaşam tarzını da temsil ediyor. Zira, inanç bünyesinde sosyal, ekonomik ve adalete yönelik mekanizmaları da barındırıyor. Kısaca, Alevilik bugün olmayan inanç özgürlüğünü ve yaşam tarzını temsil ediyor.
Aleviler ve 'yukarıdan gelen' baskı
İnanç kadar sosyal, ekonomik düzeni ve adalet sistemini de içerisinde barındıran Aleviliğin inanç mekanizmaları için Eylül 2013'te Milliyet gazetesinde yayımlanmaya başladıktan 5 gün sonra 'yukarıdan gelen baskı' açıklamasıyla sonlanan yazı dizisindeki bazı dede ve Alevilerin görüşlerine yeniden yer vermek istiyorum. 'Yukarıdan gelen baskının' sebeplerinden biri, bence, Alevilerin inançlarını kendi sözcükleriyle, kendi bildikleri gibi dile getirmeleriydi. Cumhuriyetin kuruluşundan 1960'larda kentlere göç edilene kadar yok sayılan, 1990'ların sonuna kadar 'Alevi' kelimesini kullanamayan ve bugün ise hükümetin sürekli olarak ne olup olmadığı hakkında siyasal söylemler ürettiği Aleviliği, bizzat Alevilerden dinlemek bir anlamıyla yüzyıllık merkezileştirmeye direniş.
En-el Hak: Damlayla deryanın birleşmesi
Alevi inancını benimseyen kişinin yaptığı ilk iş, söz, yani ikrar vererek Alevilik yolunda ilerleyeceğini beyan etmek. Tanrı ile varlıkların aynı kaynaktan geldiğini, tüm varlıklarda Tanrı’nın görülebileceğini anlatan tasavvuf felsefesi Vahdet-i Vücud Alevi inancında önemli bir yer tutuyor. İkrar vererek yola giren her Alevinin hedefi, Hallacı Mansur’un inanç aşkıyla yüzyıllar önce söylediği “En-el Hak”, yani “ben Tanrı’yım” farkındalığına ulaşarak İnsan-ı Kamil mertebesine yükselmek. Bu mertebeye ulaşmak kolay değil. Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikât kapılarının 40 makamının gereklerini yerine getirerek Hakikât mertebesine ulaşmış olmak gerekiyor. Hacıbektaş’ta Postnişin Veliyettin Ulusoy Alevi inancını tam anlamıyla yerine getirmenin yolundan bahsediyor:
Yol kardeşliği: Musahiplik
“Musahiplik dünya ve ahiret kardeşliği demektir; malı mala, canı cana katmaktır. Hem bu dünyada, hem de öbür dünyada musahipler birbirinin sevap ve günahlarından sorumludur. Musahiplerden biri Alevilerce düşkünlük gerektiren bir suç işlemişse, diğeri de çökmüş demektir. Denkler birbiriyle musahip olabilir. Yaşlıyla genç, zenginle fakir, âlimle cahil musahip olamaz. Birbirini görmeyen, uzak yaşayanlar musahip olamaz. Tarihe baktığımızda ilk musahipler Muhammed ile Ali’dir.”
Alevi hukuku ve adalet sistemi
Senede bir defa yapılan görgü cemlerine katılanlar bir yılın hesabını vererek birbirlerinden rızalık talep ediyorlar. Hakkında şikâyet olanlar dara çekilerek anlaşmazlıkların çözümü suç-ceza mekanizması ile sağlanıyor. Birini öldürmek, ikrardan dönmek, zina, boşanma, yalan, hakaret, hırsızlık ve hayvanlara kötü muamele suçlar arasında sıralanabilir. Büyük suçlarda düşkün ilan edilen kişi toplumdan dışlanıyor. Kişi, cezası bittiğinde yeniden toplum içine katılıyor.
Kur-an'la ilişki
Alevilerle inancı konuşurken hemen hemen hepsi Muhammed’in ev ahalisi anlamına gelen Ehl-i Beyt ve Kur’an’ın önemli olduğunu söyleseler de, Kur’an’ın özellikle Osman’ın halifeliğinde Emevi zihniyeti etkisiyle siyasallaştığından özünden uzaklaştığını belirtiyorlar.
Diğer kutsal metinler
“Nefesler, gülbanglar, devriyeler, mersiyeler, tevritler, miraçlamalar hepsi bunlar Aleviliğin kutsal metinleridir. Ayrıca, uluların, velilerin, âşıkların, sadıkların, ermişlerin, dervişlerin halk arasında destanlaştırılmış mitolojik yaşam hikâyeleri de önemlidir. Mesela Yunus Emre’nin Hacı Bektaş dergâhına buğday istemeye gitmesiyle başlatıp Taptuk Emre’yle devam eden yolculuğunda varoluşsal açıklamalar var. Yunus diyor ki 'Dört kitabın manasını okudum, ezber ettim, aşka gelince gördüm bir uzun.' Dört kitabı da okumuştur, anlamıştır, ezberlemiştir. Ama önemlisi Yunus kâinatla, insanla, toplumla, canlı, cansız her türlü varlıkla ilişkinin insana yansımasına değinmiştir. Ve insanın 5 duyusunun yanında idrak, bunalım, ifade, izahın önemini de şu deyişiyle vurgulamıştı: Beni bende demen, bende değilim, bir ben vardır bende benden içeri.”
'Nazarımızda kadın-erkek farkı yok'
“Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok
Noksanlık eksiklik senin görüşlerinde...”
Kırklar Cemi'nde kadın
"Aleviliğin kurucu metni olan Kırklar Cemi'nde Kırklardan 17’sinin kadın (23’ünün erkek) olması doğrusu çok etkileyici. Bunu orana vurduğumuz AB standartlarının bile neredeyse üstünde olduğunu söyleyebiliriz. Buna bir de cemde kadın ve erkeklerin birlikte ibadet ettiğini, birlikte semah döndüğünü eklediğimizde bu eşitlik görüntüsü en azından sembolik olarak çok güçleniyor."
'Mekanizmalardan kadın çıkarıldı'
"Cemde kadının, erkeğin cinsiyetine bakmadan oturması, ceme istediği gibi katılması, yani istediği yerde oturması, kimsenin onu yönlendirmemesi ya da cemde birini sorgulamak istediğinde açıkça konuşması, bunun diyaloğun bir parçası olması, dara çekilmesi mevcut.
Ama bugünkü cemlerde bunları göremiyoruz. Mekanizmaların içerisinden kadın çıkarıldı. Bununla adalet, rızalık ortadan kaldırıldı. Temel kural çiğnendi. Şimdi ritüelleri kaybetmemek için direndiğimiz ve öğrenmeye çalıştığımız inancı bugün sembolik yaşıyoruz."
Yazma atmak
"Biz kadınımızı almış erkekle aynı çizgiye taşımışız. Hepimiz bir can olmuşuz. Anadolu'da hâlen aile içinde çıkan kavgada kadın yazmasını çıkarıp meydana attığında barış sağlanmak zorunda. Kendi ailemden bir örnek verirsem büyük annem Efili Ana köylünün akıl danıştığı, genç gelinlerin yardımcısı, yeri geldiğinde atına atlayıp köyden köye gidip soruna çözüm bulan ve sözü dinlenen bir kadınmış. Böylesi bir gelenekten gelen kadınımızı sadece çocuk doğuran, evde oturan, çalışma hayatından soyutlanan bir kimlik hâline getiremezler."
Sürecek