Hani simler vardır. Öbek öbek kutularda. Çocukların oynadığı.
Kıyafetlerinizin üzerinde simli yazılar olur.
Aldığınız hediye, simli bir pakettedir.
Rujunuz simlidir, ilkokul birinci sınıfta yaptığınız bir resim, ya da arkadaşınızın bileziği.
Yeğeninizin kalemi, kitap ayracınız, buzdolabınızdaki magnet simlidir hani. Masanızdaki biblo, saçınızdaki toka, ayakkabınızın bağcığı, anahtarlığınız, günlüğünüzün kapağı... Hani bir tanesi, simlidir.
Hani bu sim parçaları, heryerinize yapışır. Hani, temizleyebildiğiniz kadar temizlersiniz.
Sonra aynaya bakarsınız. Bir tane mor simcik, dudağınızla burnunuzun arasında pırıl pırıl sırıtmaktadır. Almaya çalışırsınız, beceremezsiniz. Tırnağınızla kazırsınız, çıkmaz. Bütün hinliğiyle teninize tutunmuş gibidir. Dudaklarınızı gererek, onunla uğraşıp durursunuz. Sonra tam ümidinizi yitirmişken, mor simcik görünmez olur. Elinize mi yapıştı, nereye gitti bilemezsiniz.
Bu sim parçaları, bir süre daha olmadık yerlerde karşınıza çıkmaya devam ederler hani. Göz kapağınızda, defterinizin arasında, pantolonunuzun paçasında, öptüğünüz arkadaşınızın yanağında, dokunduğunuz herkesin kolunda, bacağında... Birbirlerinden bir koptular mı, nereden fırlayacakları belli olmaz.
Ama bisküvi kırıntısı gibi değildir simler. Kurtulmaya çalışsanız da, bunu telaşla yapmazsınız. Simdir onlar, pırıl pırıl. İnce bir anınızdan kalmışlardır. “Alnında sim var,” diye birinin suratını temizlerken yüzünüzü ekşitmezsiniz. Gülümsersiniz. O da gülümser. “Burnun sim olmuş,” derseniz kimse buna bozulmaz. Uygunsuz olmaları, pırıl pırıl oldukları gerçeğini değiştirmez.
Hayatınızdan uzaklaşan insanların sevdiğiniz huyları, işte bu simler gibidir.