Bayram, yılbaşı, doğumgünü, yıldönümleri...
Kafayı kaldırıp dolunay’ı gördüğün an gibi, seni günlük sorunlarından uzaklaştıran, gerçek hayatla, aslında gerçekten önemli olan şeylerle ilgili düşündüren zamanlardır bunlar.
Gerçek hayata ayırdığın zaman. Geliştirilmiş haftasonları.
Gönderemediğin rapor, hazırlayamadığın sunum, ödemediğin aidat, tamir ettiremediğin musluk başka türlü gitmez aklından.
Özleyecek bir gün lazımdır. Hasretle bekleyecek bir zaman.
Yılbaşında ne yapıyorsun? 19 Mayıs’ta değişik bir şey yapalım. Bayramda biryere gidecek misin?
Gittikçe zorlaşan birebir iletişimin en kolay aracıdır özel günler, özel resmi tatiller.
Günlük dertlerinle ilgili yapman gerekenleri erteletecek bir resmi bahanedir, mesela, bayram.
Yüksek plazalardan “Bayramdan sonra bir araya gelelim,” sesleri yükselir. “Bayramdan sonraya kalsın o zaman.” “Bayramdan sonra halledelim o işi.”
“Bayramdan sonra” diyorsan, yükün biraz hafiflemiş demektir. Kaç bayramdan sonraya bıraktığın aşk hayatını düşünmeye vaktin vardır bu ara, günde üç-beş dakika.
“Bayram çocuklara gelir” diye bir laf varmış. Ben yeni öğrendim. Bayram çocuklara gelir, doğru... Büyüklere gelen şey, tatil.
Eskiden de böyle miydi bilmem. Hiç sanmıyorum.
Ben hala yaş gereği, bayramda ziyaret bekleyen değil ziyaret eden tarafım. Ve yine yaş gereği, tatil zamanı bir ziyaret gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ben karar veriyorum.
Şimdiki kafamla, yaşlanınca kapım çalsın, torunlar gelsin diye merakla beklemem gibi geliyor. Laf.
Bayramı ‘tatil’ değil çocukkenki gibi ‘bayram’ olarak algılamaya yeniden ne zaman başlayacağım, bilmiyorum.
Bayramın ilk gününden önceki gece, ertesi sabah ziyaretlere gidilecek diye bir hazırlık olur evde. Garip duygudur o, kim ne derse desin, süper-huzurlu değildir hiçbir zaman.
Sanki yaşlılar için muhteşem olan bir şeyi mecburen yapacaksınızdır ailecek. Bu kadar mecburi görünen bir ritüel sırasında gerçekleşenleri büyüdükçe özlemek, çok enteresandır.
Diyet gibidir bayram. Sağlıklı beslenmek gibidir. Zaman geçtikçe yaptığına memnun olursun. Hayata, anılara yatırımdır. O sırada çok bayılmazsın yaptığın şeye, geri dönüşünü sonradan, anılarla alırsın. “Farketmedim bile, kira öder gibi ödedim...”
Podyuma çıkmak gibidir bayram, kalabalık bir gruba konuşma yapmak gibidir biraz. Kıyafetine özen gösterip davranışlarına dikkat edersin. Doğru soruları sorman, doğru yanıtları vermen gerekir. Ne de olsa tüm aile bir aradadır.
Yaşam tarzı birbirine uymayan, her yaştan bir sürü insan. Akrabadır, eş-dosttur. Kapı açılınca karşına çıkan enişte’ye neşeyle yanağını uzatabileceğin tek gündür bayram. “Hoop enişte, bayramda ninemlerde öpüştük ya, şimdi ne bu?”
Bayram çocuklara, bir de eniştelere gelir.
Red Kit demektir bayram. Bayram ziyaretlerinin en güzel tarafı, ziyaretler bitince çizgi film izlemektir.
Bir mahkum: -Kaçarken beni de götürürseniz, size definenin yerini söylerim.
Joe Dalton: -İşleri hızlandırmaya ne dersin? Şimdi sana işkence yapalım, yeri öğrenelim, sonra seni öldürelim?
Hahaha. Joe Dalton acımasızlığı, en sevdiğindir.
On kere uzatılan baklavayı her seferinde yemek istemezsin bayramda. “Aaa, ama bu ev baklavası, çok hafif...” Sanki baklavanın hafifi olurmuş gibi.
Erkek çocuklar babalarıyla bayram namazına gider. Babalarıyla bayram namazına gitmeyen çocuklar da vardır. Zor şeydir babayı buna ikna etmek. Ne de olsa baba, tüm aile erkeklerinin içinde senin bu isyanının yarattığı gerginliği göğüslemek zorunda kalacaktır.
“Zaten odaya kapanıp saatlerce ordan çıkmayan garip bir çocuk, zaten saçı uzun, zaten hep simsiyah giyiniyor, ne olur yani burda normal davransa? Bizim oğlan niye böyle garip, niye, niye...” Bayramlar, en çok ergen oğulları olan babalara zordur.
Bir de oğluyla bayram namazına gitmeyen babalar vardır. Bence vardır. Oğul ısrar eder, baba gitmez. O babalar belki de evde oturup, Hristiyanların şükran günü’nde ne yaptıklarını konuşmak istemektedirler. Olamaz mı?
Herkesin bayramı kendinedir.
Herkesin bayram sms’i de kendinedir. Tatil öncesi iş yetiştirmeye çalışırken diit diit diye telefonuna düşen mani’ye bakakalırsın. Çok eskiden tanıştığın biri, her bayram bıkmadan usanmadan sana böyle mesajlar göndermektedir. Başka hiç iletişiminiz ve ortak herhangi bir noktanız olmamasına rağmen, her telefon değiştirişinde onun telefon numarasını yeniden kaydetmek zorunda kalırsın. Bayram mesajının kimden geldiğini ayırd etmek önemlidir.
“1 Yeni Mesaj: Munire Hanim-Dayimin komsusu. Yanitla?”
“Oyle bir gun olsun, yureklere sevinc dolsun. Acilar unutulsun. Gonullere huzur duaya acilan ellere nur dolsun. Bayraminiz mubarek olsun.”
Cep telefonlarında Türkçe karakter eksikliğinde acilan’i anlayamazsin bir sure, “acilen mi diyo, ne diyo?” diye biraz bakarsın. “Haa, açılan, duaya açılan..” diye anladığın an yanıt yazarsın.
“Iii, peki, cok tesekkurler, sizin de. Mubarek olsun, aynen.
Böyle durumlar için “default” mesajlar olmalıdır telefonda. “Sizin, ailenizin, en çok da eniştenizin X’i kutlu olsun. X’imiz duruma göre dolsun...”
Ya da daha samimi olmak ve kimseyi “Yine o herkese atılan mesajlarla bana hiç özel olmadığımı hatırlatıyor,” diye gocundurmamak için, daha samimi mesajlar hazır edilmelidir.
“Icimden bi ses cok acayip bi bayram olacak diyo kanka, operim yanaklarindan islak islak...”
Ya da “I know what you ate last Ramadan...”
İlla büyük kitlelere hazır mesaj yazılacaksa, konuyla dalga geçilmelidir kanımca.
“Telefonum telefonunuzun bayramini en icten dileklerle kutlar, hayirli 3G’ler diler.
"Güzeldir bayram. Küsler barışmış gibi yapar. Nineler dedeler “İşin rahat mı?” “Sizin şirketin lojmanı var mı?” diye sorarlar. Lojman duymak isterler, torun duymak isterler. Hiçbirini mutlu edemeyeceğin duygusuyla gülümsemek zorunda kalırsın. “Ben mutluyum aslında, hayat da çok zor nine ya. Uğraşıyoruz işte.”
Yıllaaar yıllar önce, her şey çok basitken yaşadığın duyguları hatırlamak, burnunu sızlatır.
Sen ordaki herkesten çok daha derin, çok daha duyarlı, çok daha bilinçli, çağdaş halinle nostaljiye dalmışken, ninen “Ne zaman evlenecek bu eşşek sıpası, oğlan torun görsün diyoruz, çok şey mi istiyoruz yahu?” diye düşünerek tabağını etle doldurur.
Seni her koşulda sevecek insanlarla bir araya gelme fırsatın olur bayramda. Çocuklar bir odaya toplaşıp bu eski geleneğe Nintendo karıştırırlar, PSP karıştırırlar. Gülümseyen nine, ne olduğunu anlamadığı consol’a bakıp huzurla kapıyı kapatır.
Bunları düşünerek internette bayram turlarını araştırırken, “Ne yapsam, eve mi gitsem bu bayram acaba?” diye bir kurt düşer aklına. Sonra yetiştiremediğin raporu, bitiremediğin sunumu hatırlarsın. Tatil, bayram’a baskın gelir. “Budapeşte-4 gün 4 gece” başlığına tıklarsın.
Okurlar üzülür. “Aaaa, keşke esas kız eve gitse bu bayram...”
23 Nisan Çocuk Tatili,
19 Mayıs Gençlik ve Spor Tatili,
Ramazan Tatili,
Kurban Tatili...
Yakışmaz.
Bayramda tatiliz, tatilde bayramız. Hangisi... Hangisi...
Peki siz bu 4 gün, bayram mısınız, yoksa tatil mi?