‘Sevgili köpekleriyle yatıp kalkan yazarlar’ gündem konusu olunca, ben de insanların köpekleriyle ilişkilerini mercek altına almaya karar verdim. Ne yazık ki başıma geleceklerden habersizdim.
Bu tür bir ilişkiyi incelemeye kalkınca benim çok uzağa gitmeme gerek yok. En yakın arkadaşımın bir köpeği var. Mylo. Arkadaşımın işi konuşma üzerine, yazmak pek ilgi alanı değil. Yine de ben onun köpeğiyle arasındaki ürkütücü sevgi bağını incelerken, o benim yazarlıkla ilgili serzenişlerimi ilgiyle ve anlayışla dinledi. “Ben yazı yazmıyor muyum, benim niye köpeğim yok?” çerçevesinde gelişen monologum pek ipe sapa gelir değildi sanırım.
Birlikte Mylo’yu bahçeye indirdik. Ben evdeki begonyaya bakamıyorum, arkadaşım Mylo’yla çocuğu gibi ilgileniyor. Derdi hiç bitmiyor bu köpeklerin. Hele Mylo iyice ayrıcalıklı yaşıyor. Yemek yerken masada oturmasına da izin var, tasmasız dolaşmasına da. Arkadaşıma “Akşam ne yapsak?” diye sorun, “Bize gelin,” yanıtını alıyorsunuz. “Siz kim?” “E Mylo ve ben.” Öteki de sahibi tuvalete gidince sinir krizi geçiriyor. Yani çok sağlıklı bir ilişkileri var. Sevgi dolu ve sadakat üzerine. Ya da ben öyle zannediyordum.
Mylo tasmasız ve tasasızca hoplayıp zıplayıp ağaç diplerini koklarken biz de arkadaşımla sohbet ediyorduk. Sonra ne oldu anlamadım, arkadaşım birşey anlatıyordu, ben de çiçek mi kokluyordum ne yapıyordum, kafamızı bir kaldırdık, Mylo yok. Böyle durumlarla pek karşılaşmamış insanlar olarak hemen telefona sarıldık. Kim aranır şimdi? Yazarlardan birini arayacak halimiz yok, etrafı aramaya başladık. Dünyanın en sadık yaratığı, bizi bırakıp gitmiş. İnanılır gibi değil.
O bir tarafa ben bir tarafa dağıldık. Arkadaşımın düşünecek hali yoktu, ben düşündüm onun yerine. Bu kadar sadık biri, bunca sevgi dolu bir ilişkiden niye kaçsın?
Mutlaka buralarda biryerdedir diye sokak boyunca “Mylooo!” diye bağırarak koştuk. Yoktu. İş benim için de ciddileşmeye başladı. Aklıma beni görünce deli gibi zıplayıp poposunu koklaması geldi. İçim bir fena oldu. 7/24 karşılıksız seven birinin yakınlarınızda olması güzel birşey.
Saatler geçti. Arkadaşımın üzüntüsüne mi yanayım, Mylo’suz bir hayatı düşünmenin yarattığı hisse mi. Koşa koşa her zaman uğrayıp soluklandığımız kafeye kadar gelmişiz. Baktık kapıda bizim garsonlar. “Mylo’yu gördünüz mü, buradan geçti mi?” gibi saçmasapan sorular sorduk. Mylo’yu tanırlar, köpeklerin içeri girmesine izin veren güzide bir kafe. “İçerde kurabiye yiyor.” demesinler mi? Arkadaşım çığlık çığlığa içeri daldı. Ben donup kalmışım. Nasıl? Nasıl yani? Köpek buraya gelmiş, patisiyle kapıyı çalmış, içeri girmiş, kurabiye kavanozunun yanına gidip bir kavanoza, bir bizim garsonlara bakmış.
Sonra şaşkınlığım geçti, bir mutlu oldum ki! Mylo fazla uzaklaşamamıştı! Onca ayarsız sevgiden kimse tamamen uzaklaşamaz, biliyordum! Belki bunca bağlılıktan biraz korkmuştu. Biraz kafasını dinlemek, bir kafede oturmak, kurabiye eşliğinde geleceğini düşünmek, ilişkisini düşünmek istemişti.
Arkadaşım Mylo’yla birlikte kafeden çıktığında bu teorimi onunla paylaşmak istedim, ama tahmin edersiniz ki zılgıtı yedim. Mylo ve ben önde, arkadaşım arkada eve doğru yola koyulduk. İkimiz de suçluyduk. Ben olaydan felsefeler üretmeye çalıştığım için, Mylo da basitçe bizi telaştan öldürdüğü için.
Ben yine de gizli gizli dersimi çıkardım. Mylo da bunu yapıyorsa, beraber yattığın herşeyin günün birinde bağlanma korkusu yaşayacağı, birkaç sokak öteye de olsa gidip sensiz vakit geçireceği ihtimalini göze alacaksın. Telaş edecek birşey yok, sevgi çok yoğunsa fazla uzaklaşamıyorlar. Ama ne olursa olsun, şimdilik bana göre değil. Günün birinde iyi bir yazar olursam, tekrar düşüneceğim.