Nil Aldemir

11 Mart 2009

Benim Güzel Haberlerim

Başkentliler yazdan kalma bir gün yaşıyorlardı

Eskiden haberler süperdi. Başkentliler yazdan kalma bir gün yaşarlardı. Alışveriş merkezlerinin önündeki havuzların kenarlarında çekirdek çitleyen başkentliler, ardından soluğu parklarda, bahçelerde alırlardı.
Başkentliler domates yiyerek uzaktan kameraya bakardı, su kenarlarında çocuklar koşardı. “Ne hissediyorsun?” diye sorulunca “Ehe ehe, güzel oldu, hava güzel,” diye birbirlerini itekleyip kameranın görüş açısına girmeye çalışan başkentli çocuklar olurdu.
Bir kellik ilacı ortaya çıkardı, ertesi gün tükenirdi. Televizyon muhabirleri ilacı kendi üzerlerinde denerlerdi. Hayretle haberi seyreder, kendi tanıdığımız kellerin niye bu merhemi denemediğini merak ederdik. “Kesin kötü bir tarafı vardır, kesin bir zararı vardır, ertesi gün saçın iyice dökülüyordur.” Kellik ilaçlarının biri gider, yenisi gelirdi.
Antalya’da hava çok sıcak olunca, asfaltta yumurta pişirilirdi. Ne kadar sıcak olduğunu tam manasıyla anlayabilmenin başka bir yolu yoktu. Asfaltta yumurta pişti mi, bilirdik, yazın göbeğindeyiz. Yumurtanın yanında bir adam kolu olurdu, o kolda koca bir saat. Kaç dakikada pişmiş, ona bakardık. Yumurta otuz saniyede pişti. Bizce bu aralar Antalya’ya gitmeyin. Kendi kendimize turizme minik darbeler vururduk, umurumuzda bile olmazdı.
Ünlü mankenler elbiseyi başarıyla taşırlardı. Öyle demeyin, elbiseyi başarısızlıkla taşımak diye birşey de var. Ben mesela başaramıyorum, illa bir tarafları eğriliyor. Bu yüzden elbiseyi başarıyla taşıyan mankenlere çok özenirdim. Hala da özenirim. Ama çorabımı çok başarıyla taşırım. Eskiden de taşırdım, şimdi de taşırım. Bebekken sağda solda çorabım düşmüş olabilir, pusette ayak parmağımı ağzıma götüreyim diye çorabı çekip çıkarmışlığım da olmuştur, ama büyüdükten sonra çoraplarımın ortalık yerde ayakkabımın içinden fırlayıp gittiği hiç olmamıştır. Yakın zamanda birkaç kere çantamdan yedek çoraplar fırladı, ama ayağımdan, asla. Gurur duyduğum yegane şeylerdendir.
Birileri Türkiye’yi başarıyla temsil ederdi. Şimdi de ediyor, ama biz o zamanlar sadece bizi temsil etmekle kaldıklarını zannederdik. Ne iş yaptıklarıyla pek ilgilenmezdik. Beni temsil ediyor yarabbim, bak bak ne güzel temsil ediyor beni, şu Tarkan’a bak! Aynı ben! Dur kaynımı arayacağım. Bak bak herkes Türkler’e hayran oldu bir bak Allah aşkına! Şimdi öyle değil. Türkler’in başarısı tescilli. Alıştık çoktan. Beni mi temsil ediyor? Yok canım, adam şarkı söylüyor. Ya adam film çekmiş, ne temsili. Hem benim temsile ihtiyacım yok, bin kere yurt dışına çıktım ayol. Vize kuyruğuna girdim, pasaport kontrolünde “yerleşmeyeceğim ülkenize, merak etmeyin,” dedim. Bence artık o beni değil, ben Tarkan’ı temsil ediyorum.
Kurban bayramlarında Hollanda’da eve kesmek üzere inek çıkarmaya çalışan bir aile, inekle birlikte asansörde yakalanırdı. Hollanda polisi şaşkına dönerdi. Aile olayı itiraf ederdi. İnek kesilmemiş olurdu, güzel güzel deklanşöre poz verirdi. Biz kendimiz Türk değilmişiz gibi “Tam Türkler’e göre” diye çok eğlenirdik.
Başbakanlar “ben çantamı kendim taşırım,” diye kendilerini yerlere atarlardı...
Ben istiyorum ki haberlerde, keline merhem bulmuş başkentliler, elbiselerini başarıyla taşırken çantalarını da ülkeyi de elleri üstünde tutsunlar. Başımızda boza pişirmektense, asfaltta yumurtaya saat tutsunlar. Hem ben ne iş yaptıklarını bileyim, hem de sahnelerde bizi başarıyla temsil etsinler.