Nil Aldemir

12 Kasım 2015

Aşkım, Nur'um, Yengi'm

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında -veya 20’dir belki...

Geçen gün metroda deli bir oğlan vardı. Yani bana öyle geldi. Hemen yani, deliymiş gibi geldi. Filmlerde gördüğümüz gibi, New York metrosundaki falan gibi.

İçime bir umut dolmadı değil hani. Bilirsiniz, şimdilerde sokaklarda deli diye bir şey kalmadı. Ciddi ciddi deli yok ortalıkta. Bilmem hiç dikkatinizi çekti mi.

Deli kıtlığı var. Onun yerine herkes manyak.

Gelişmiş bir deliydi bu, bana sorarsanız. 30 yaşlarında, -veya 20’dir belki, hiç anlayamıyorum kimin kaç yaşında olduğunu- bereli, pantolonunun üzerine uzun bir etek giymiş. Onun üstünde de tepeden tırnağa yün uzun bir şey. Bağcıkları bağlı olmayan botları var, sağ bacağını sallayıp duruyor, tırnakları mavi ojeli, ve parmaklarında bir sürü gümüş rengi yüzük.

Kızıl saçı ve sakalı birbirine karışmış. Hani ressammış da delirmiş gibi. Öyle bir tip, bana sorarsanız.

Hemen ödüm patladı. Çünkü yabancı cisim gibi bir şey, İskandinav tipli deli. Bizim ülkede. Seçimden sonraki hafta bir de.

Sürekli ellerini ovuşturup kafasını ta yere kadar eğip, oturduğu yerin altına bakıyor, sonra bütün oturakların altına bakıyor, bir yandan bir şeyler mırıldanıyor. Ara ara bağırıyor, sonra tekrar mırıldanmaya geçiyor.

Herkes onu izliyor ama yakalanmamaya çalışıyor. Aynı anda herkes birbirini kesiyor. Elinde Üçler torbası olan gözlüklü teyze ile İTÜ’nün tek kız öğrencisi göz göze geliyor, “Gördün mü, sen de gördün mü” gibisinden. Teyze komşusuna giderken torbasına koyduğu terliklerinin yanındaki beyaz ip yumağını, sonra da buna saplı tığı gösterip kıza göz kırpıyor, kız telefonundan İrem Derici dinlediği kulaklığını çıkarıp yanındaki kahverengi kasketli amcaya çenesiyle işaret veriyor, falan.

Herkes FBI ajanı kesildi gözümün önünde. Öyle gitti kafamız.

Yahu, bu ne şimdi. Bu ne şimdi. Herkesin beyni hata verdi.

Metro nispeten boş, ayakta tek tük insan var. Çocuk karşı çaprazımda oturuyor.

Düşündüm ki, hop diye hepimize saldırabilir bu şimdi. Neden olmasın? Tipi bu olabiliyorsa, yapacaklarını kim bilebilir?

Evet, şimdilerde en az korkmam gereken tipoloji budur neredeyse, biliyorum. Biliyorum, biliyorum biliyorum. Hatırlatmanıza gerek yok. Ama beyin hata vermiş bir kere. Karanlık bir sokakta karşına bir anda yaylı saz çalan dev bir iguana çıkması gibi. İnsanın aklına hemen en kötü şey geliyor.

Pis bir şey yapacak olsa hangi durakta, hangi anda ve neden yapardı acaba, diye düşünmeye başladım. Beni hedef alır mı acaba, en önemlisi bu aslında. Ben ne olacağım? Bu önemli.

Yok canım, benim kimseye bir zararım olmayacağını anlayabilecek bir tip bu. Aynı kafadayız gibi geliyor bana. Sosyal aidiyet duygumun bu noktalarda olduğu bir zamandayım, bilirsiniz.

Aslında yeterince olumluyum, bana sorarsanız. Yeterince önyargısız, yeterince masum. Derhal tüm dileklerimin gerçekleşmesi lazım. O derece iyi niyetli.

Yine de, galiba şu an nerede ne zaman üstümüze çullanacağına hazırlanıyor deli deli, kendine göre en anlamlı anda yapacak, diye düşünmekten kendimi alamadım.

Benim durağıma geldik, çocuk ayağa kalktı, en yakınındaki değil taa uzaktaki, metronun ilk kapısının önüne kadar gitti, inmek için gibi. Belki de, dedim, indiğinde herkesin en arkasında olabilmek için böyle yaptı.

Sonra olaylar son derece ivedilikle gelişti. Oğlan beklediğimin aksine hızla yürümeye başladı herkesin önüne geçti. Çıkış merdivenlerinin sağa ve sola ayrı istikametlere gittiği ilk yerde durdu.

“Nerdeyiz biz yaaaaaaa” dedi.

Gördüm yani, hem soruyor hem kendi etrafında dönüyor.

Ben o sırada yürüyen merdivene bindim. Arka tarafı dinliyorum:

-Pardon, pardon çok afedersiniz bakabilir misiniz, hani bi şey vardı (inaudible), nerdendi o, nerdeyiz? diye sordu oğlan.

-Bu taraftan Maslak tarafına çıkılıyor beyfendi, dedi bir kız.

-Hayır onu demiyorum, dedi oğlan. Sonra avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. KIRILMAAAAA KÜSME SEN YİNE BİİİİİR ŞİİİR YAAAAZ, ÇOK DEĞİİİİİL İNAN AZ KALDI AAAAAAAAZ...

Bu oldu. Yemin ederim. Çocuk işte böyle çılgınca bu Aşkın Nur Yengi şarkısını söylemeye başladı.

Ses bana yaklaşıp solumdan yürüyen merdivende yürüyerek çıktı. Merdiven bitti. Bir sonrakine kadar biraz daha koridorlarda yürüyecektik. Herkes bu şarkı söyleyen oğlana bakıyor. Ben de biraz mesafe koruyorum ama arkasındayım. Oğlanın geçtiği her yerde, millet dönüp dönüp arkasından yorum yapıyor.

Bir hoşuma gitti. Kendimi gizli kamera gibi hissettim. Çocuğun yerlere kadar inen yün hırkasının rüzgarında belli bir mesafede kalıp insanların ne dediklerine dikkat kesildim.

-Deli herhalde...

-Yok olm o normali, biz delirdik. Biziz deli.

Böyle dedi iki çocuk birbirlerine. Gerçek hikaye. Uydursan bu noktaya bu diyalogu koyarsın yani. Deri ceketli, ıslak gibi saçlı, desenli gri kazaklı, yani işte o her köşe başındaki bizim erkeklerden iki tip. Sırıttım ben biraz. O kadar standart örneklem ki bu ikisi, ettikleri lafı tam da bugünlerde daha bir genelleyebildiğim için iyice hoşuma gitti. Hem de, film izliyorum gibi işte.

Sonra devam ettim çıkışa kadar, deli oğlanın yanından geçtiği herkesin nasıl ve ne kadar çok etkilendiğine bakarak yürüdüm.

BU KADAAAAAAR ERKEN SUSMA, BİRAAAAAZ BEKLE, AĞLAMA, AĞLAMA, GÜÜÜÜL BİRAAAAAAZ

Çok tatlıydı deli oğlan, New York’taki gibi deliydi, Stockholm’deki gibi deliydi, ve bu herkesin ödünün bir tarafına kaçmasına yetti.