Okullar kapalı, öğretmenler ve öğrenciler ‘tatildeler.’ Peki, veliler tatilde mi? Yaşamlar birbirine bu denli bitişikken sahi ‘tatil yapmak’ neydi? Tatil kavramı ülkemizde nasıl bir anlam ve pratik yaşam değişikliğine uğradı? Nüfusun önemli bir kısmı için tatil artık hareketsiz, katı biçimde belirlenmiş ortamlarda, pek bir şey yapmamak, durmak ve beklemek anlamına mı geliyor? Sezgilerimizle bu cümleleri kuruyoruz, ancak tatil kavramının etrafında dolaşan çoğul ve farklı anlam ve pratik dünyalar var etrafımızda.
Tatilin ekonomi-politiği
Tatilin bir ekonomi-politiği var. Tatil sözcüğü artık açıktan bir sevinç yaratmıyor! Çünkü tatil yapmaya ilişkin arzu akışları karşısında pek çok kesinti ve engel buluyor. Eğitim bileşenlerinin nasıl bir tatil geçirdiği onların toplumsal sınıfsal konumlarına, sosyal ve ekonomik koşullarına, yaşam tarzlarına, kültürlerine bağlı. Tatilin doğası ve anlamı da bu ekonomik kriz koşullarında emeğin orta katmanları için bile dönüşüme uğramış gözüküyor. Öğrenciler ve öğretmenler için olağan okul günleri, yaşamın okul ve ev gelgitleriyle, akışlarıyla sınırlanmıştı zaten. Yaz aylarında ise okul devreden çıkınca geride ne kalıyor? Evde ve sokakta geçirilen zamanlar…
Tatil harcamalarında devasa artış!
Yaşadığımız topraklar üç taraftan deniz ile çevrili iken kıyıda, serin suda yüzme, kıyıda yürüme, koşma edimi çoğaltılarak tatil yapma olanağı neredeyse ortadan kalkıyor. Deniz kıyısında tatil maliyetleri ulaşım, konaklama, beslenme ve diğer harcamalar bakımından çok yüksek! Bu nedenle alternatif arayışlar devreye giriyor.
Eski zaman deyişi ile ‘memlekete gitmek’ bir seçenek olarak duruyor: Kent değişikliği, ev değişikliği, karşılaşılan insanların çoğalması, bilinç ve duygu değişikliği. Öğrencilerin yanına aldığı ve eğer sakin bir köşe bulabilirse okunacak kitaplar ve çeşitli oyunlarla açık havada geçirilebilecek bolca zaman. Kulağa hoş geliyor. Ancak bu durumda da memlekete gidiş için ulaşım maliyetleri emekçilerin, asgari ücretlilerin belini büküyor. Öte yandan evde emekli nine ve dedeler varsa çok düşük gelirleriyle torunlarına, konuklarına ne sunabileceklerini kara kara düşünüyorlar.
Tatil yapamayan çocuklar ne olacak?
Artık kentler, neoliberal kentleşmeye uygun biçimde sınıfsal ve toplumsal olarak ayrıştı. Kent yoksulları ile kent zenginlerinin karşılaştığı kentsel mekânlar azaldı. Kent yoksullarının yoğun olduğu bölgelerde, mahalle mekteplerine giden çocukların kent dışına, hatta mahalle dışına bile çıkma olanakları bile çok daraldı. Bunun nedenleri belli. Birincisi evler kalabalık, başka bir kente gidişin maliyeti çok yüksek. Otobüs ve tren biletlerine yapılan zamlar seyahat özgürlüğüne set çeker durumda. İkincisi düşük gelirli, asgari ücretli anne ve babaların okulların tatil olduğu zamanda izinlerini planlayabilmeleri de oldukça zor. Özellikle yaz aylarında çalışan ebeveynler söz konusu olduğunda. Tatil düşüncesi ve pratiği, zor hayatların içinde hiç olmayacakmış gibi duruyor.
Tatile gidemeyen çocuklar için ev dışında tek seçenek sokak! Ancak sokaklar, caddeler, kentler çocuklar düşünülerek inşa edilmemiş durumda. Parklar dışında çocuklar için mahalle içinde hangi toplumsal mekânlar var? Bu soruya hızlıca verebileceğimiz bir yanıtımız ne yazık ki yok! Ayrıca sokaklar artan biçimde kapitalist üretim ve tüketim paradigmasının sonucu ortaya çıkan küresel ısınmanın tehdidi altında? “Çocuklar Yüksek Sıcaklarla Mücadele Ediyor!” Bu cümle UNICEF’e (2023) ait ve hükümetleri ve kamuoyunu uyarıyorlar! Hem tatildeki çocuklar hem de tatile gidemeyen çocuklar dikkat![1]
“Bebeklerin ve küçük çocukların vücut sıcaklığı yetişkinlerden çok daha fazla ve hızlı bir şekilde yükselir. Bu nedenle, sıcak hava dalgaları sırasında en yüksek risk altındaki grubu oluşturmaktadırlar. Raporda, sıcak hava dalgalarının çocukların konsantrasyon ve öğrenme becerilerini etkileyerek eğitimlerini de riske attığı ifade ediliyor.”
Tatile gidemeyen çocuklar için iktidar bloğunun politika önerisi ne? MEB ve dinci vakıf ve derneklerin el ele çocuklarla buluşması. Seçimlerde yoksullardan oy alıp, yoksulların ‘ortak zenginliğini’ zenginlere aktaran AKP ve MHP iktidar bloğu yoksulluktan beslenmeye devam etmek için kent yoksullarının olduğu bölgelerde varlık göstermeye çalışıyor. Mahallelere ve okullara girişin devlet güvenceli anahtarı dinci vakıf ve derneklerin ellerinde. Hükümet dışı, sivil toplum niteliği taşımaktan çok uzak, tersine vergilerimizle finanse edilen şirketleşmiş vakıf ve dernekler yoksul mahallelerde çocuklara ulaşmaya çalışıyorlar. Ensar Vakfı ile imzalanan protokollerle eğitim, seminer, yaz okulu, yaz kampı, okuma yarışması, gezi ve benzeri sosyal etkinlikler yapılıyor. TÜGVA yaz okulu eğitimi adı altında okul dersliklerine ve öğrencilere ulaşıyor. TÜRGEV öğrencilere sosyal, sportif ve mesleki teknik kurslar düzenlemeye çalışıyor. Kısmi özgürlük aksiyomatiği ile çocuklar ve gençlerin özgürlükleri ellerinden alınmaya çalışılıyor.
Okullar tatil ancak dinci tarikat ve cemaatler iş başında! Bu tarikat ve cemaatler okullarda, okul ister açık ister tatilde olsun, bir öğün ücretsiz öyle yemeği taleplerini hiç dillendirmiyorlar, çünkü onların ekmeği yoksulluk, yoksulluktan besleniyorlar.
Peki ya çalışan çocuklar! Çocuk işçiler!
Türkiye’de çocuklar hem okul günlerinde hem de tatilde ölüyorlar. İSİG Meclisi’nin Nisan-2024 iş cinayeti raporuna göre 163 işçi yaşamını yitirdi, bunların 5’i çocuk! Mayıs 2024 raporuna göre 139 işçi yaşamını yitirdi, bunların 2’si çocuktu. 2024 yılının ilk altı ayında 878 kişi “iş”in, işyerinin, kâr güdüsünün saldırısına uğradı ve yaşamını yitirdi, bunların 33’ü çocuktu. 2013-2024 (ilk beş ay)[2] yılları arasında, yani son 11 yıl içinde 695 çocuk MESEM’de, tarlada, sanayide, inşaatta yaşamını yitirdi.
Yoksulluk çocukların bilincini dönüştürüyor ve çocuk bedenleri işe doğru sürüklüyor, hem zorunlu olma hali ve de rıza ile. Willes’e göre “… yetişkinlerle onların koşullarında iş görmek, şüphesiz, hergelelerin [Willes’in adlandırması] kendilerine olan güvenlerini pekiştirmekte ve "okuldan" daha bilgili oldukları hissini güçlendirmektedir.” [3] Ancak bu betimleme okul karşıtı bir anlamda kullanılmış değil, ayrıca okulun da dönüşüme gereksinmesi var.
Kitapta çocuk işçilerin sesini nasıl da etkili bir biçimde anlatmış Joey!
Joey: (...) sonuç olarak ekmek olmadan yaşayamazsın. Kabul ermek gerekir ki kahrolası para olmadan hayatı yaşayamazsın, para demek hayat demektir. Paran yoksa … gidersin bu hayattan! Etrafında yiyebileceğin bir şey de yoktur, karnını doyurmak için ağaçları, ağaç kabuklarını yiyemezsin.
Yaz aylarında çalışan çocuklar için tatil bile yok. Okul zamanlarında ise çocuk işçiler çalışırken yaptığı işi “gerçek” bir şey olarak görürken, okulu ise “zorunlu bir tatil” olarak değerlendiriyorlar. Kapitalizm çocuk yoksulluğunu çocukların gözyaşına bakmadan yaratıyor, siyasal İslamcıların kapitalizmi ise çocukları hem MESEM’lerle işyerlerine ayrıca çocuk ihmali ve istismarı haberleriyle anılan dinci vakıf ve derneklere yönlendiriyor. Siyasal İslamcılar kapitalizmi karşılarına alamazlar, çünkü servetlerinin doğduğu yuva burasıdır. Kapitalizmin çocuk işçilere yaptıklarını görürler, vicdanlarını biraz olsun rahatlatmak için tarikat ve cemaatlerle “hayırseverlik işlerine” girişirler. Eğitim hakkını, ekonomik ve sosyal hakları unutturmak isterler. Ancak o da geride istismar ve ihmal edilmiş, çocukluğunu yaşayamamış yaralı çocuklar, çocuk işçiler bırakır. Ne demişti Murathan Mungan, Harita ve Method Defteri’nde? Anımsayalım[4]:
“Bir çocuğun kalbinin ne zaman kırıldığını büyükler çoğu kez bilemez, ne kadar derinden kırılmış olduğunu da kendisi... Bunu ‘hissettiği’ şimşek çakımı kısa anlar yaşar belki, ama ‘bilmesi’ yıllar alır. Yalnızca insanlar büyür, yaralar büyümez, yaralar çocuk kalır.”
Çocuk yoksulluğu tatilde de sürüyor!
Çocuk yoksulluğuna ilişkin uluslararası istatistiklerde Türkiye’de çocuğun vahim durumu açıkça görülüyor. Türkiye çocuk yoksulluğu oranı bakımından (yüzde 33.8) Kolombiya’dan (35.8) sonra ikinci sırada yer alıyor. Türkiye’yi, İspanya (yüzde 28), Meksika (27.3), ABD (26.2), İtalya (yüzde 25,5), Yunanistan (yüzde 22,3), Şili (yüzde 21,6), Birleşik Krallık (yüzde 20,7) ve diğerleri izliyor.[5]
Çocuk yoksulluğu ücretsiz öğrenci yemeğini zorunlu kılıyor!
Okulda iyi bir kahvaltı yapmanın ya da öğle yemeği yemenin çocukların davranışlarını ve öğrenmeye hazır olma halini iyileştirdiğini ve çocukların okulda daha başarılı olmalarına yardımcı olduğunu biliyoruz. Diğer yandan, ücretsiz okul yemeklerinin kapsamının genişletilmesi çocuklar için daha iyi bir geleceğe giden bir yol sunabilir.
Tatilde çocuklara kamusal işleyişle bir öğün ücretsiz öğle yemeği vermenin çocuğun gününün çok daha enerjik geçmesini sağlayacağı açık! Eğitim-Sen üyesi bir öğretmenin söylediği çarpıcı sözler dün gibi aklımda:
“Eskiden okullar açılıp da tatilden dönen çocuklarla karşılaştığımda, onlara ne kadar büyümüşsün, boyun nasıl da uzamış, güçlenmişsin derdim. O zamanlar her çocuk tatilden biraz daha büyümüş olarak geliyordu, şimdilerde, özellikle yoksul mahallelerinde çocuklar çelimsiz ve zayıflar. Çok üzülüyorum.”
Çocukların ve gençlerin beslenme ve barınma gereksinmelerini karşılamak çok önemli. Bazı belediyelerin hali hazırda yürütmekte olduğu ücretsiz bir öğün okul yemeği programları çok önemli. Ancak şimdiden oluşturulacak bir kamuoyu basıncı ile bu politikanın devletçe sahiplenilip vergilerimizle yaygınlaştırılması bu konuda atılacak güçlü bir adım olacaktır.
Sokaktaki kedi ve köpek çocuklarımız ne olacak?
Bir yazının sınırları içinde çocuklarımızdan söz ettik… Sokakta başka çocuklar da var, sokakta yaşayan hayvanlar. Gıda krizinin, gıda enflasyonunun etkilediği çocuklar. Yaşamdan pay almaya hakları var, çünkü bir can taşıyorlar. Çöp konteynerleri yükseldikçe karnını doyurmak üzere çöplere bile ulaşamayan hayvanlar. Açlığını yanına alarak bir şeyler bulmak üzere sokaklara geldiğinde insan türünün şiddeti ile karşılaşan hayvanlar. Ancak belirtmemiz gerekiyor, dünya sadece insan türüne ait değil!
Suyun ticarileştirilmesini destekleyerek Osmanlı’nın sokak çeşmelerini, sokak hayvanlarını besleme kültürünü yok etmek üzere yola çıkmış, bununla sınırlı kalmamış sokak hayvanlarını öldürmek üzere bir yasa tasarısı sunmuş bir iktidar bloku var karşımızda! Günlerdir kamuoyu “Yasayı Geri Çek” diyor, biz de buradan sesleniyoruz: Yasayı geri çek ki kentlerde sokak hayvanlarını yaşatacak bir düzine yol bulalım! Doğa dostu, hayvan dostu kentleri, emekten yana, çocuk dostu kentleri hep birlikte inşa edelim!
[1]https://www.unicefturk.org/yazi/yukseksicakliklar?gad_source=1&gclid=Cj0KCQjwtZK1BhDuARIsAAy2Vzt5a6yNznZdNsn4fKA3upoNT772A2MLpEQLPhSnjF920vc2is6MO6QaAkRUEALw_wcB, 27.07.2024.
[2] https://www.isigmeclisi.org/, 27.07.2024
[3] Paul Willes, Çocuk İşçiliği Sınıf, İşçilik ve Eğitim İşçi Çocukları Nasıl İşçi Oluyor? (Türkçe Söyleyen Dâra Elhüseyni) Ankara: Heretik Yayınları, 2016, s.72-73.
[4] https://t24.com.tr/yazarlar/nejla-kurul/maarif-modeli-nde-sozde-cocuk-haklari,45090
[5] https://x.com/EconomyInformal/status/1812198591039234177 (13 Temmuz 2024)
Nejla Kurul kimdir?Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Eğitim Yönetimi ve Planlaması Bölümü'nü 1985'te bitirdi. Aynı üniversitede öğretim üyesi olarak otuz yıl çalıştı. "Küreselleşme ve Üniversiteler", Adnan Gümüş ile birlikte "Bologna Süreci Kime Hizmet Ediyor?", "Eğitim Finansmanı ve çok yazarlı KHK Öyküleri", "Başka Bir Eğitim Hikâyesi Bireyin Gelişimi Toplum ve Doğa Etkileşimi Üzerine Sorgulamalar" kitaplarının yazarı, "Kamusal Eğitim: Eleştirel Yazılar" adlı kitabın yazarı ve editörüdür. 7 Şubat 2017 tarihinde barış imzacısı olması nedeniyle 686 sayılı KHK ile yüzlerce meslektaşı ile birlikte üniversiteden ihraç edildi. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (2020) 11. Olağan Genel Kurulu'nda seçilerek Eğitim Sen Genel Başkanı olarak üç yıl görev yaptı. Halen akademik ve pratik çalışmalarını sivil akademisyen olarak sürdürüyor. |