Necmiye Alpay

13 Temmuz 2023

Popüler Türkçeciliğin cazibesi

Konu Türkçe olunca kişi kendi birikimini kolayca yeterli sayıyor olmalı ki, bu alanda popüler yazılara daha fazla rastlanıyor. Öyle ya, yılların okur yazarları olarak hepimiz Türkçeyle içli dışlı değil miyiz, bir yığın hataya ve bozuk kullanım örneklerine rastlayıp sinirlenmiyor muyuz?

Oksijen, yeni sayılabilecek, ferahfeza bir haftalık gazete. Basılı olan hemen her şeyin kapanıp çevrimiçine geçtiği bir dönemde, iki yıl önce, kâğıt olarak çıkma cesaretini gösterdi. Kâğıt, hem de çarşaf çarşaf! Gerçi günlük değil, ama haftalık olanın bile böylesi, iyi bir gelir düzeyine işaret, yalnızca gazetenin fiziksel varlığıyla değil, içeriği açısından da öyle. Biraz şaşırtıcı.

Çizgi: Tan Oral

Ne yardan geçiyor çünkü, ne de serden. Bir yandan radikal demokrasi rüzgârları estiriyor, diğer yandan en iyi şirketlerde CEO vb. düzlemlerde çalışan, paralı, beyaz yakalı okurlara hitap edecek türden sayfa boyu rafine reklamlar, crème de la crème "mekân"lara dair bilgiler ve fotolar, sanki bu yönde kültürlenir gibi oluyorsunuz, gözünüz gönlünüz açılır gibi. Küresel rüzgârların estiği bir ferahlık diyarı! Diyeceğim, siyasi özgürlükler açısından neredeyse liberter bir gazete Oksijen. Ancak, en gerçek gazetecilerden Gökçer Tahincioğlu ve okkalı araştırmacı Bekir Ağırdır orada da yazmakla birlikte, T24 gibi değil tam olarak; iktisadi liberalizmin de bayrağı dalgalanıyor, hiza biraz karışık. Gerçi size hiç yabancı gelmeyecektir sevgili Marx. Burada da bazı has entelektüelleri okuyabiliyoruz. Yanı sıra, popüler kültürün bazı çok tanınmış temsilcilerine rastlayabiliyoruz. Okumakta olduğunuz yazı da aslında o temsilcilerden birinin, Zülfü Livaneli'nin, 7.7.2023 tarihli "Maruz kalmak" başlıklı yazısıyla ilgili. Uzun süredir yeniden değinmek ihtiyacını duyduğum bir probleme eklemleniyor o yazı.

Problem dedim ama, hani derler ya, keyfe keder türden. Galiba mazruf çok fazla hayati görünüp çok fazla can sıkınca, insanlar bir an zarftan medet umuyor: İlle de düzenli yazma derdine düşmüş bazı kıdemli köşe yazarları, eskiler gibi fıkra anlatmak yerine "güzel Türkçemiz"in şimdilerde nasıl da kötü kullanıldığına dair bir emekli kahvesi şikâyetnamesi döşeniveriyorlar, nasıl olsa yazması kolay, alıcısı da her zaman çıkar.

Benim "Türkçe yanlışı yazarları" dediğim bir yazar türüne öykünürcesine yazılmış yazılardır bunlar. Söylemesi ayıp, Dilimiz, Dillerimiz adlı kitabımın giriş bölümlerinde ele aldığım, bizzat kendileri bir problem oluşturabilen yazılar. Problem oluşturmaları, bizzat kendilerinin en olmadık bir anda bilim dışına düşmeleri. Denecektir ki bilimsellik gibi bir iddiaları yoktur zaten bu yazıların. Mesele de bu ya! Baştan alayım:

Çoğu disiplinin bazı iyi mensupları yaygın medyada kendi alanlarında popüler yazılar yazarlar. Fizikçiler, astrofizikçiler, tarihçiler, iktisatçılar... Genel okura seslenen yazılardır bunlar. Yaptıkları hem bir tür eğitim, hem de bilgilendirme hizmetidir aslında. Aklıma ilk gelen güncel örnek, Güneç Kıyak'ın T24 yazıları oluyor, hiç kaçırmadığım. Kıyak her anlamda iyi bir örnek, çünkü anladığım kadarıyla konusunda popüler yazılar yazabilecek kıratta uzman ve deneyimli bir hoca. Böyle olması da galiba şarttır, çünkü bir alanda popüler yazılar yazmak, belirli indirgemelere ihtiyaç gösterdiğinden, o alanda "ciddi" yazılar yazmaktan bazen çok daha zorlayıcıdır. Böyle olmaksızın, yani uzmanlığın ve disipliner birikimle sorumluluğun olmadığı bir zihinle popüler yazı yazmaya kalkmak, yani bilim dışına düşmeksizin indirgemek, kolay iş değil. Disiplini izlemeye devam etmiyorsanız, destursuz bağa girmiş konumunda kalırsınız da haberiniz bile olmaz. Akademisyenlerin bu tür işlere girişmemeleri bundandır zaten. Girişenlere gerekli tepkiyi veren akademisyene de az rastlanır; yapılan yanlışlar "yakın bir tehlike" doğuracak türden olmadıkça ses çıkmaz pek. Zaten çoğu disiplinde sazı elinize almanız da kolay değildir, fizik, kimya, biyoloji...

Konu Türkçe olunca kişi kendi birikimini kolayca yeterli sayıyor olmalı ki, bu alanda popüler yazılara daha fazla rastlanıyor. Öyle ya, yılların okur yazarları olarak hepimiz Türkçeyle içli dışlı değil miyiz, bir yığın hataya ve bozuk kullanım örneklerine rastlayıp sinirlenmiyor muyuz? Kaydedersiniz bunlardan birkaçını, gençliğin argo merakının nerelere vardığına dikkat çeken birkaç cümle kurarsınız, biraz da yazıklanma eklediniz mi, Türkçenin elden gitmekte oluşuna kahrolan tanınmış aydın olarak görevinizi yerine getirmiş olursunuz.

Livaneli'nin yazısı da büyük ölçüde bu türden. Vaktiyle de'lerin da'ların nasıl da herkes tarafından doğru yazıldığından tutun, günümüz için "herkes öğrenmeye kapalı" vb. kesinleyici hükümlerine kadar tam emekli kahvesi kipinde.

Yine de bir noktada farklılaştığını hissettim. Bu türden yazıların vazgeçilmez öğesi olan Türkçe güzellemeleri burada büsbütün "incelmiş", dil başka her etmenin yerini almış, yazı da bir tür münacaata, hatta bir mitolojiye dönüşmüş. Öyle ki, Livaneli Türkçenin kısa bir tarihçesini mi vermek istemiş, yoksa idealize edilmiş bir tarihçeyi mitolojiye bilerek mi dönüştürmüş, karar vermek zor.

Yazının oluşturduğu popüler anlatının kabul edilebilirlik sınırları, "bu ülkeyi bir arada tutan unsur"a ilişkin hükmün söylemiyle açık bir biçimde aşılıyor. Sorusu ve yanıtı tam olarak şöyle bu hükmün:

"Peki Selçuklu yıkıldıktan sonra yerini alan onca Türk beyliğinin, Osmanlı ve Cumhuriyetin temelindeki çimento neyle açıklanabilir? Bir tek şeyle: Dil, yani Türkçe."

Bu hükmün ardından, Türkçeyi mitolojik bir varlığa dönüştüren birkaç paragraflık anlatı başlıyor. Mitolojik diyorum, çünkü bu paragraflardaki anlatının hesabını başka türlü yapmak zor. Şöyle diyor Livaneli:

"Eğer Anadolu halkları asırlarca Türkçeyi korumasaydı, şimdiye kadar çoktan dağılmış olurduk.

"Ana dilini korumak, sevmek, saymak, sürdürmek ve geliştirmek herkes için kutsal bir görevdir. Kürtçe, Rumca, Çerkezce, Ermenice, İbranice, Ladino, Boşnakça, Lazca gibi ana diller bu meyandadır.

"Ama tarihsel koşullar sonucunda bütün bu halklar ortak bir dille anlaşmış, yaratmış, yazmış.

"Peki bu derece önemli olan Türkçe'ye bugün yapılan muameleyi içiniz alıyor mu?"...

Bu paragrafları okuyunca, hakikat sonrası adını verdiğiniz zihin durumunun nasıl oluştuğunu anlar gibi oldum sevgili Ralph Keyes.

Necmiye Alpay kimdir?

Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi.

1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi.

2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. 

Kitapları

- Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları)

- Dilimiz, Dillerimiz / Uygulama Üzerine Yazılar (Metis Yayınları)

- Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları)

- Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları)

- Beklediler Gitmedik (Edebi Şeyler Yayıncılık)

Çevirileri

- Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)

- Tarihsel Kapitalizm (I. Wallerstein, Metis Yayınları)


- Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları)


- Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)


- Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)
- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları)


- Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi)


- Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)


- Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi)