"Irak'ın kuzeyinden gelen şehit haberleri herkesi derin bir yasa boğdu."
Barış fikrinin yaşayan en eski savunucularından Ali Sirmen'in bu cümleyle başlayan "Aynı vatanı paylaşmak" başlıklı yazısı yayımlandığında, 2023 yılının bitmesine yalnızca iki gün kalmıştı. Daha sonra, 2024'ün Ocak ayını yarılayıp geçmiştik ki aynı haber yeniden gündeme düştü, sıvasız evlerde yine şehit cenazeleri vardı –köşklerde saraylarda olacak değil ya.
Savaşın sınıfsal bir olgu olduğunu ve savaş acıları ile kayıplarını alt sınıfların çektiğini yazıyordu Sirmen. ABD'nin Vietnam savaşı sırasında zenci asker oranı yüzde 20 iken kayıp zenci asker oranının yüzde 40 olduğunu hatırlatıyordu. Benim aklımda da kalmıştır bu yüzdeler, bir kademe fazlasıyla: Siyahilerin, ABD ordusundaki oranı yüzde 20, savaşta ön saflarda görev verilenlerin içindeki oranı yüzde 30, ölenler arasındaki oranı ise yüzde 40'tı.
Vietnam'ın zaferinden sonraki yıllarda ABD'de savaş ve ayrımcılık karşıtı mücadeleler çok arttı, dolayısıyla bugünkü oranlar eminim daha düşüktür. Zaten bütün emperyaller kendi halklarındaki savaş karşıtı bilincin yükselmesi ölçüsünde savaşı önce kendi sınırlarının dışına atmak, sonra da profesyonellere ihale etmek yolunu seçmeye başladılar. Nasıl olsa profesyonellere ödenecek para silah tekellerince misliyle kazanılmaktaydı. Bugün hâlâ öyle. Her savaşın, her çatışmanın bir tek kazananı var: Silah tekelleri. Ve kara paralar, bütün devletlerin kayıt dışı bütçelerinin vazgeçilmez kalemleri.
Belki diyorum, bizim buradaki iktidar sahiplerinin stratejik hedefleri de bu yöndedir artık. Savaş dışarı, yedek güç olarak mafya ve her tür paramiliter güç içeri! Manzara bunu gösteriyor.
Manzaraya dizi filmler ve reklamlar dahil. Senaryosuna mafyayı dahil etmeyen dizi film yok gibi. Eskiden rüyalarda bile görülmeyen bir zenginlik, uşaklar, korumalar, kapı bekçileri vb. Gençliğe rol modeli sunarcasına pozlar, ânında şakırt diye çekilen silahlar, aksiyon, reaksiyon, paranın padişahlığı... Çoksatar olduğu anlaşılan bu diziler gökten düşmüyor, yağmur gibi yağan pırlanta mücevher ve lüks araba reklamları gibi onların da karşılığı var besbelli toplumda. Bu nevzuhur "kültür" öğelerinin bizim toplumun gerçekliğiyle de ilgili oldukları, iktidarın bir numaralı ortağını simgeleyen boy fotoğraflarından da belli. "Çakıcı" eskiden bir halk kahramanının adıydı, hakiki bir efe ya da zeybekti, adına türkü yakılmıştı...
Bir nesne ya da nesnel bir durum/olay, bazen meseleyi bize binlerce sayfalık sözden daha yakıcı bir biçimde gösterir. Şiirde "nesnel karşılık" denen bazı öğelerden başka, zihnimize çakılan bazı tarihsel fotoğraflar da öyledir. 1968'i alevlendiren olgulara ait fotoğraflardan ABD'nin savaş suçlarının simgesine dönüşmüş "Vietnam Savaşı" adlı olanı en ünlüleriydi fotoların. Bizde bu ibretlik albüme bundan on yedi yıl önce Hrant Dink'in delinmiş ayakkabısı, 2015'te de "Aylan Bebek" eklenmişti sevgili Ece A. Son haftalarda ise Şehidin Evi fotoğraflarına yenileri eklendi.
Kendine özgü bir kavrayış getirir bu "nesnel karşılık"lar. Bardağı taşıran bir damlanın berraklığıyla, zihnimizde bir süreç halindeki birikime can katan bir imge yaratır ve o imge, birikimin bir anda bütün olarak anlamla dolmasına yol açar, o konudaki duygumuzu değiştirir. Biz hep aşağıdan bakabilenlerin duygusunu...
Sirmen'in yazısı Kürt sorunuyla ilgili, daha genel bir panoramayı da gerekli kılıyor.
Bir dönem, "Kürt sorunu, konuşamama sorunu" idi.
Aradan bunca yıl, bunca deneyim geçti, "Kürt sorunu" odaklı konular anaakım medyada şimdilerde yine konuşulamıyor. Gündeme bakılırsa sorun ortadan kalkmış, yerini "terör sorunu" almıştır. Ve "terör" resmî-yarı-resmî ağızlarda yine "kanını yerde bırakmadık/ bırakmayacağız", "misliyle mukabele" gibi hak ve hukuk dışı bir söylemle dile getiriliyor. Hamaset mi diyelim, insanların gazını almak mı, konuyu geçiştirmek ya da sorunu Olimpos Dağı'nın uzmanlarına, sonuçta dünya silah tekellerinin örümcek ağına bırakmak mı...
Biz aşağıdan bakanların esaslı bir kısmımız da ne yazık ki yalnızca sınıf boyutundan ve yalnızca bir taraftan bakıyor. Ezilen halklar cenahı çoktan unutuldu. Yalnızca oyları için hatırlanıyorlar. Gerçi bütün halk yalnızca oyları için hatırlanıyor ama, DEM'in milyonlarca oyu varken, seçilmişleri ya hapiste ya da kayyım mekanizmasıyla saf dışı edilmiş durumda, ne gam. Yazılan çoğu yazının ve tavrın çerçevesi "tek boyut, çeyrek gerçek"le sınırlı. Köşe bucak diğer yönler karanlık ve tek yanlı. "Toplum"cu anlayışın yerini "ulus"çu anlayış aldı ve sınıf yalnızca bu tarafın sınıfı.
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları)
|