Muhalefetin en çok dile getirdiği üç talep, başlıktakiler. Özellikle bu 19 Mart Çarşamba günü olanlar gibi keskin viraj günlerinde en çok ve en sıcak seslerle atılan, ruhlarda yankılanan slogan bu, çünkü yakıcı bir gerçekliğe işaret ediyor. Elimizden alınan, alınan, alınan, kırk yılda bir gerçekleştiğinde ise inancımızı bileyen, hak, hukuk, adalet.
Muhalefet bu üç kavramdan üçüncüsünün, yani “adalet”in güncel hayatımızda çoktan yok edilmiş olduğu konusunda hemfikir.
Demokrasi kavramından az çok etkilenmiş iktidar bloğu mensupları ya da yakınlarının da, açık etmeseler bile için için bu görüşte olduklarını söyler dururuz. Ama onların bu gerçeği teslim etmesi bizlerin teslim etmesinden bin kat daha zor. Kimisi batmış bir kere, kimisi istişarecilikle kendisini kandırmış, kimisi ise istifa etmiş olsa bile sessizliğe bürünmüş.
İktidar ortağı Devlet Bahçeli ise uzaktan uzaktan “hiç kimse dokunulmaz değildir” demiş. Elbet öyledir. Gelgelelim, dokunmak var, dokunmak var ve bunu siz de gayet iyi biliyorsunuz, öyle değil mi Sayın Bahçeli? Öyle; ve öyle olduğunu bütün halk sizden daha iyi biliyor. Bilmiyormuş gibi yapmanın, klişelerin arkasına sığınmanın artık faydası yok.
“Açıklama” yapan “Adalet” Bakanı olsun, bazı ekran yüzü “hukukçu”lar olsun, klişelerle idare etmeye çalışıyorlardı yine. Yersiz kullanılan klişeler herkese “yav he he” dedirtiyor artık. Hele İsmail Saymaz gibi mesleğinin en iyi örneklerinden birinin de gözaltına alınması söz konusu olunca. “Onlar gazetecilikten gözaltında değil” diye hüküm veriyor Bakan.
Yav he he! Bilmeyen varsa belki inanır.
19 Mart’ta yapılanlar, bardağı taşırmış oldu. İktidar bloğu olarak, taşıracağını seziyordunuz ama, kabul etmek basiretini gösteremediniz, elinizden gelmedi. Kabullenmedikçe de daha çok kaçıyorsunuz hukuktan, ve kaçtıkça daha çok kaybediyorsunuz.
İktidar bloğunda şu kadarcık güvenilirlik kaldıysa o da dün buhar olup uçtu. Kendisine yasaların tanıdığı tüm yetkileri, makamla mevkiyle gelen nüfuzu, en kolayından, en kibirli kararlarla, bir mirasyedi savurganlığıyla kullanıp tüketti bloğunuz. Güvenin dibine darı suyu ektiniz.
Geçmiş olsun diyeceğim ama, geçmesi o kadar kolay olmayacak. Suriye’nin kuzey-güney hattını güle oynaya kat eden Covani gibi sizin de işiniz gitgide zorlaşıyor. Bu tür bir mirasyediliğe hiçbir sahiplik yetmez.
Kılıçdaroğlu’nun büyük yürüyüşü o yok edişe karşı yapılmıştı. Büyük bir karşı koyuştu. Adalet epey mevzi kazandı. Arkası getirilemedi ama, bu işler biraz böyle. Bizim ülkemizin bir zenginliği varsa, o da direnmek zorunda kalmamış, zoru görmemiş, meydan okumamış tek kimsenin kalmayışıdır.
“Yargı sopası” diye bir deyim yoktu eskiden Türkçede. Artık var. Bu iktidar bloğu yüzünden var. Kendini bilen her yargı mensubu bu deyimin neye işaret olduğunun bilincine varmıştır ya da varacaktır. Yargı, olsa olsa evrensel hukukun sopası olur. Ve o da sopa değildir aslında; yerinden edilmiş adaletin yerine getirilmesidir. Mülkün temelindeki yerine getirilmesi.
“Devletin dinidir” denir “adalet” kavramı için. Aynı zamanda toplumun en büyük sınavı. İmamoğlu ve sayısız siyasi mahpus ile gazeteciye yönelen hukuksuzluk, aynı zamanda herkes için en iyi sınavlardan biri oldu. Hakkın sahtecilerini de, sahip çıkanlarını da daha iyi görmüş olduk. Ve önümüzdeki yolun kısa olmadığını da...