Cumhuriyetimizin yüzüncü yıldönümü dolayısıyla iktidar tarafından ortaya atılan “Türkiye Yüzyılı” kavramı, daha önce ABD’de kullanılan “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”ni çağrıştırıyordu. Bir cumhurbaşkanından çok AKP Genel Başkanı söylemiyle konuşan RTE’nin Fetih duasıyla başladığı dünkü Meclis konuşması ise o soyut Osmanlılık özentilerinden biri gibiydi. Kötü yüreğim, ataların “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma” sözünü buldu çıkardı zihnimde. Gerçi Dimyat Suriye’de değil ama, çok da uzak sayılmaz.
Bu yazının asıl esbab-ı mucibesi, Cumhurbaşkanlığı başdanışmanlarından Mehmet Uçum’un X’te yayımladığı 22 Aralık 2024 tarihli yazısı. Başlık daha ilk anda bizim BOP adıyla bildiğimiz Büyük Ortadoğu Projesi’ni çağrıştırıyor: “MERKEZ AFRO-AVRASYA (ORTA-DOĞU) HUKUKU!” (ünlem ve büyük harfler Uçum’a ait).
“(Orta-Doğu)” biçiminde bir açıklama eklenmiş olmasa belki başlığın Büyük Ortadoğu Projesi’yle bağlantısı hemen ayan beyan olmazdı. Ancak, yazı okundukça bağlantı güçleniyor ve palimpsest kavramını akla getiriyor. Anlaşılan, “Eş Başkan” tartışmalarının ardından savunulacak yanı kalmayıp unutulmaya bırakılan BOP için kılık değişikliği şart olmuş. Eh, Uçum da eski tezi yeni bir adlandırmayla, görünüşü kurtaracak argümanlara büründürerek açıklıyor.
Açıklama Suriye’de olup bitenlerden “halk devrimi” terimiyle söz edilerek başlıyor ve söylem, sanki bu “devrim” tamamlanmış gibi bir havada devam ediyor.
Hemen söyleyeyim, Suriye’de olup bitenler hakkında ilk elde hiç değilse Irak ve Nikaragua örnekleri düşünülmeden hüküm vermek ve havalara girmek akıl kârı gibi görünmüyor.
Uçum’un yenilenmiş fikrinin asıl tezi ise “Orta-Doğu (Ortadoğu) adlandırması oryantalisttir” argümanıyla başlıyor. Elhak doğru: Edward Said’in ünlü kitaplarında gösterdiği üzere, tarihsel açıdan, bırakınız “Orta”, “Yakın” ya da “Uzak” olanını, “Doğu (Şark)” sıfatının bizzat kendisi de Avrupamerkezci, yani oryantalisttir, Avrupa’yı merkez alarak ortaya atılmış ve “Doğu” dediği yerleri “Batı (Garp)” dediklerinin karşısında ikincillikle damgalamıştır. Ve biz “Doğulu”lar, Avrupa’nın dünyaya kabul ettirdiği tarihsel terime uyarak “Doğu”yu kendimizden başlatmak gibi bir tuhaflığı seçegelmiş, yani kendimizi oryantalizmin tuttuğu aynaya göre tanımaya çalışmışızdır.
Bu kavram çiftinin, emperyal çıkışının yanında sayısız örnekte mutlakçı bir yüzeysellikle kullanıldığını da biliyoruz. Uçum pek o derinliklere dalmıyor. Bir tür adcılık yolundan giderek, sıfatın genel kabul görmesi üzerinden, “Orta-Doğu yerine ‘Merkez Afro-Avrasya’ adıyla başlanabilir” diyor. Kendisine göre bu yeni adlandırma “daha tarafsız ve objektif”tir, ayrıca “bölgenin stratejik önemini, kültürel çeşitliliğini ve tarihsel rollerini de doğru bir şekilde ifade” etmektedir.
Doğruluk iddiasının nesnesini hemen netleştirmemiş Uçum. Nitekim, “Merkez” sıfatını “Afro-Avrasya” coğrafyası için kullandıktan yalnızca birkaç satır sonra, sıfatı bölgedeki 24 ülke arasında asıl Türkiye’ye uygun gördüğünü anlıyoruz. Şöyle diyor:
“Dünyanın merkezi olan Orta-Doğu coğrafyasına Merkez Ülke olarak öncülük yapan Türkiye’nin, insanlığa esin olabilecek bir bölgesel kamu ve ekonomi hukukunun yani “Merkez Afro-Avrasya” hukukunun inşası amacıyla bir fikri hazırlık çalışması başlatması vizyoner bir bakıştır.”
Merkez’in Merkez’i olmak! Uçum, eşbaşkanlığı ya da Osmanlı’yı anmaksızın, büyük harfli “Merkez Ülke”den söz etmektedir. Ne bileyim, bir bilimkurgu senaryosu ya da bugünlerde arada bir kulağımıza çalınan CENTCOM gibi bir şey! Hani NATO ne olacak, bilemiyor insan.
Şöyle savunuyor Uçum:
“Burada savunulan görüş; güçlü, kapsamlı ve iddialı bir teze ilişkin kısa bir tanıtımdan, fikri bir ipucundan ibarettir. Bu fikri ipucu üzerinden üniversitelerin konu tasnifine göre yapacağı sempozyumlarla, diğer akademik çalışmalarla bu girişimin ilk adımı atılabilir. Pilot çalışma ise Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın dikkat çektiği Suriye’nin yeni anayasa yapım süreci olabilir. Suriye’nin birliğini ve geleceğini güvence altına alacak kapsayıcı yeni bir anayasa çalışması Türkiye’nin destek olduğu ve fikren katkı yaptığı bir faaliyet olarak gelişebilir.”
Bu paragrafta Suriye imgesi ile Türkiye imgesi biraz birbirine karışıyor gibi.
Bunları yazarken, Suriye’deki silahlı grupların kendilerini feshederek “Savunma Bakanlığı” yönetiminde birleşmek konusunda anlaşmaya vardıkları haberini okuyorum. “Silahlı gruplar” sözünün Suriye Demokratik Güçleri’ni kapsamadığı anlaşılıyor. Dışlayıcılık / kapsayıcılık açısından yeni (geçici) yönetimin ilkesi belirlenmiş gibi görünmüyor. Kürt barışının yaşamsal bir boyutu kurtlar sofrasında bulunacak çözüme mi bağlı? “Halk devrimi” hangi halkın devrimi?
Bu arada geçici yönetimin on dört bakanı atanmış. Adlarına bakılacak olursa aralarında bir tek kadın var: “Kadın İşleri Ofisi Yetkilisi Aişe ed-Dibs”. Bakan bile dememişler de “Ofis yetkilisi” demişler. Eh yine de, kadın bakan sayısı bizdeki kadar diyebiliriz. Hayır, şimdi Kürtler de katılsa Allah bilir katılımcıların yarısı kadın olarak çıkıp gelir. Ve eşbaşkanlık diye tuttururlar. Barış olursa, eşbaşkanlığı yerleştirirler de ayrıca, tecrübeyle sabit.
Tanıklık:
On iki yıl önce Roboski
Necmiye Alpay kimdir?Çalışmaları dil üzerinde yoğunlaşan Necmiye Alpay 1946 yılında doğdu. 1969 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni (Mülkiye) bitirdi. 1978'de Paris-Nanterre Üniversitesi'nden uluslararası iktisat alanında doktora derecesi aldı. Mülkiye'deki öğretim üyeliği 12 Eylül 1980 darbesi ile başlayan süreçte sona erdi. İzleyen yıllarda akademide 'Türkçe' ve 'Yaratıcı Yazarlık' alanlarında dersler verdi. 2011 yılından itibaren uzun süre Radikal gazetesinde Dil Meseleleri üzerine yazdı. 2016 yılında İsviçre'nin Almanca PEN Merkezi tarafından onur üyeliğine seçildi. Kitapları - Türkçe Sorunları Kılavuzu (Metis Yayınları) - Dil Meseleleri / Uygulama Üzerine Yazılar II (Metis Yayınları) - Yaklaşma Çabası (Kanat Yayınları) Çevirileri - Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur), Metis Yay. - Kültür ve Emperyalizm (Edward Said, Hil Yayınları) - Aydın Kesimi Üstüne (Vladimir İ. Lenin, Başak Yayınları) - Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınları (Madeline C. Zilfi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları) - Şiddet ve Kutsal (Rene Girard, (Kanat Yayınları)- Freud ve Felsefe (Paul Ricoeur, Metis Yayınları) - Bilge Sokrates'in Ölümü (Jean Paul Mongin, Metis Yayınları / Küçük Filozoflar Dizisi) - Martin Heidegger'in Böceği (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) - Diyojen Köpek Adam (Jan Marchand, Metis Yayınları Küçük Filozoflar Dizisi) |